Yağmur yağıyor Bıcırık. Yağmur yağdı, yağacak. Bu mahalle eskiden beri böyledir değil mi Bıcırık?
Diğerlerine nazaran biz hiç imtina etmeyiz çamurlu sulardan. Çatılardan damlar yağmur evlerin az
önüne, bazen de çatı borularından aşağıya iner. Aşağı indi mi kötü değil mi Bıcırık? Kötü mü, değil
değil, kötü değil de az iyi az kötü, ya da kötüden çok iyiye yakın. Çok kez paçalarımız ıslandı Bıcırık,
koşalım dedim sana ama, koşmadın Bıcırık, niye Bıcırık, niye ha, seni seviyorum Bıcırık, sen benim en
iyi arkadaşımdın-sın. Üstümüz çamura battı da yine gelmedin Hacı Amcaların evinin önünden.
Yaslandıkça yaslandın duvara, gel dedim gelmedin, ta ki Hacı, itini peşimize salana kadar. O zaman
kaçarken elimden tuttun Bıcırık, gözlerin ne güzeldi, gözlerinde gemiler var senin Bıcırık, papatyalar,
hatmiler. Gözlerinde bal arıları, ne çok istiyorum eğilip ağzının kıyından öpmeyi. Kaçıyorsun hep
Bıcırık, dokunmak istediğimde hiç olmuyorsun. Gel gidelim dediğimde, canın istemezse gelmiyorsun
ama hadi gidelim be Bıcırık, Halil Emmi’nin dükkana gidelim. Çok seviyorum orayı Bıcırık, kokusu güzel
oranın, rengi güzel. Hem şimdi dayamıştır burnunu cama, bizi bekliyordur Halil Emmi, “Nerede kaldı
bunlar, üşütmeseler bari.” diyordur. Niçin konuşmuyorsun BIcırık, başını niye çevirdin, dere mi taştı
diyorsun Bıcırık, hayır olmaz, gitme lütfen, sonra yüzdürürüz yaprakları. Söğüdü, serviyi, hatta çamı
sonra.
Halil emmim benim, burnunu çekti camdan. Açtı kapıyı hızla, ellerini ovuşturdu, “Nerede kaldın can
oğlum benim, sobanın yanına geç, ekmekleri ısıtalım mı ha?” Kapıyı kapatmış, ya Bıcırık?
-Halil emmi…Yine dışarıda kaldı Bıcırık.
Bakıyorum, yüzünü kaldırmış yağmura, ağzını da açmış. İçi dışı karanfil bu çocuğun, yağmur,
ebemkuşağı, tavşan, unutmabeni. Halil Emmi gidip açıyor kapıyı. Önce girmiyor Bıcırık, Halil Emmi’nin
yüzüne bakıyor; ama kızmamış ki hiç. Kızmaz o hiç.
-Bak emmi, alınmış Bıcırık.
-E n’apıyım, unutmuşum, görmedim. Gel kuzum gel, gel hadi de çayını doldurayım.
-Hadi Bıcırık, emmim sever seni de.
Emmim yalnız. Karısı ve oğlu ölmüş doğumda. Öylece kalmış Halil Emmi. Muhacirmiş zaten, ne
toprağı ne kimi kimsesi varmış. Dükkana kapanmış, bir de bana. Bıcırık’a henüz alışamadı ama
alışacak, belli, bak ona da dolduruyor fokur fokur kaynayan semaverden.
Geçip oturuyoruz Bıcırık’la. Semavere gülüyor Bıcırık, kıyıda köşede kalmış pabuçlara, deri artıklarına,
soğuk sızan kırık cama, dükkanın rengine…Her şeye gülümser Bıcırık. Dükkan buğulu, fokurdayan
semaverden buğu, azıcık da kömür kokusu, ince iğde dallarının kokusu yükseliyor. Ekmeğimize
tereyağı sürüyor Emmi, elimize tutuşturuyor. Bıcırık almıyor önce, emmi onunkini sandalyesine
bırakıyor. Bıcırık dolanıyor dükkanda. Saçlarıma dokunuyor emmi, ben dokunulmayı öyle severim ki.
-Emmi…
-He yavrum söyle.
-Bıcırık gel otur şöyle.
Bıcırık göz kırpıyor bana, gidip arka bahçedeki kedilerle oynayacakmış. Olmaz diyorum, gitme, hem
beni bırakma hem de ıslanırsın. Gitsin isterse diyor emmi, saçak yaptım bahçeye, altında oynarlarsa
bir şey olmaz. Rahatlıyorum, ohhhh diyorum, Bıcırık hastalanmasın, kediler hastalanmasın.
– Emmi sen niye başkalarına ayakkabı yapıyorsun, kendine de yapsana, bak seninki epeski.
-Benim işim bu, hem ne edeceğim ben ayakkabıyı?
-Emmi, ayakkabı giymesek olmaz mı, yalın ayak yürüsek ya yağmurda, karda. Geçen derede yürüdük
Bıcırık’la, ayaklarının altında taşı duyunca gıdıklanıyo insan, içi bi hoş oluyo, hele de balıklar geçince.
İnsan koşmak istiyor ta kalenin tepesine kadar, oradan kuş olup uçmak…
-Bana bakma sen, hiç ayakkabısız olur mu?
-Ama Bıcırık da hiç giymiyor ki.
Bıcırık, emminin eski ayakkabıları dizdiği dolabın arkasından ayağını uzatıyor, serçe parmağını
oynatıyor. Hanimiş de serçe parmişim, diyor. Gülüyorum. Emmi hiç bozmuyor istifini.
-Bırak şimdi Bıcırığı…
Başkası olsa çok kızarım da emmiye kızamıyorum işte. Onun da hep gıdısından öpesim var, o
konuşurken bir anda gidip sarılasım var boynuna, karnına. Koca göbüşlü emmim benim, saçı sakalı da
iyice ağarmış emmim benim.
-… dur kızma canım. O biraz daha büyük diye söylüyorum. Giy sen ayakkabılarını e mi oğluşum benim.
Kalkıp birer çay daha dolduruyor Emmi. Bıcırık’ın bardağı daha dolu. Şeker bile atmadı. Öylece
bakıyorum bardağa kaşlarımı çatıp, Bıcırık’a hiç kızamıyorum çünkü.
-Sana kış için palto alalım ha?
-Bıcırık’a…
-Tamam, ona da alalım. Şöyle kaşe, kalın, dizlerinin altına kadar inen…
-Dizlerimizin…
-Ha?
-Dizlerimiz diyorum. Diz-le-ri-miz-zin.
-Tamam tamam dizlerinizin.
-Emmi?
Çayından birkaç yudum alıyor. Sanki teneke var ağzında emminin, bir fırt daha alsa bitecek çayı.
Elimle yokluyorum, ateşten daha sıcak çay. Semaverin közü tavanda alev alev. Fokurduyor semaver,
ıslık çalıyor, emmi kalkıp çaydanlığın kıçını kaldırıyor. Bir tütün sarıyor, bıyıklarının ucu sarı sarı, içiyor.
-Senin uzaklarda kimsen yok mu emmicik?
-Sen varsın ya. Bıcırık’la siz varsınız ya.
-Yok yok. Öz kimsen…yani anan,baban, dayın, kardeşin…
Ellerini önlüğüne siliyor emmi, son yudumu da alıyor.
-Ekmeğinize tere yağ sürüyüm mü yine, üzerine de şeker dökeyim.
-Emmi, annem de öyle yapıyo, ama Bıcırık’a yapmıyo, ben de Bıcırık için mutfaktan gizilice bazlama
çalıyom.
Emmim benim. Onun yanında öyle rahatım ki. İstediğim gibi konuşuyorum. Okuldaki hocaların, köy
bu kapının dışında kaldı, “r”ler öylenecek, “gitmiyo” değil “gitmiyor”, “yemeyo” değil “yemiyor”…
uyarılarını unutup kedi gibi kıvrılıyorum her seferinde emminin göğsüne. Sarılıyorum göbeğine, o da
gıdımı seviyo benim, ısınıyorum. Hem gerizekalı da demez emmim bana.
Bıcırık giriyor içeri. Sağ omzunda Minnoş, solunda Bızbız. Bızbız’a gülüyoruz her seferinde, emmim
Bıcırık koyduğu için bir şey demiyor. Minnoş boynuna sarmış kuyruğunu Bıcırık’ın, Bızbız geldi hopladı
dizine emminin. Emmi, tere yağ sürmek için sobanın başına gidiyor. Ekmekleri ısıtıp öyle sürecek tere
yağını. Dükkan kararıyor. Yağmur bastırdı da bastırdı. Sesini duyuyoruz. Sert sert vuruyor dükkanın
camlarına. Alın bakalım diyor, emmi elinde iki ekmek dilimiyle yaklaşıp, sıkıca doyurun karnınızı. Bu
kez Bıcırık’ı unutmamasına çok mutlu oluyorum emminin. Yanağından öpüyorum.
-Emmi, sen bizde kalsan olmaz mı?
-Olur mu oğlum? Anan var, komşular ne der sonra! Ananın dedikodusunu yapmazlar mı? Herkes
yerinde iyidir.
-Olsun. Sen gelmesen de yapıyolar dedikodu. Annem şehre gündelikçiliğe gittiğinde evin
adamlarının…
-Sus bakıyım. Aldırma sen onlara. Bok yemiş onlar.
Bıcırık’la aynı anda patlatıyoruz kahkahayı. Yağmura karışıyor kahkahamız. Emmi hiç küfür etmez ki…
-Onlar size kurban olsun. Anan burada kalıp da kuma mı gitsin elaleme? Kurban’da et mi beklesin bu
murdarlardan. Onların istediği bu. Sen de anan da rezil olun, onlara muhtaç olun, seni de yatırsınlar
bir yere, ananı da eversinler….Ama ben bırakmam seni, meraklanma sen.
Bir kez daha Bıcırık’ı unutmasına içerliyorum emmimin. Dudağımı büzüyorum. Kızdığımı anlıyor,
tamam tamam, Bıcırık’ı da bırakmam diyor. Bızbız hoplayıp şeker kasesini deviriyor. Ben sana
gösteririm deyip yerinden fırlıyor emmi…
İyi ki var emmi. Annemle karısı aynı anda sancıya durmuş. Ebe Nuran bakmış anama da emminin
karısına da. İkisini de yatırmışlar yan yana iki karyolaya. Emmi beni kucaklamış ilk, oğlum deyip
boynuna bastırmış. Sonra vermişler ölülerini.
-Gidelim artık diyorum, annem de döner hem.
-Yarın gene gel——–in!
Gülüyorum, usulca kapatıyorum dükkanın kapısını, hiçbir şey incinmemeli. Bıcırık’la konuşa konuşa
iniyoruz kasaba meydanına. Toprağı içimize çekiyoruz, Bıcırık’ın elinden tutuyorum. Niye gittin Bıcırık
diyorum, niye içmedin çayını, ekmeğini de yemedin, emmiyi çok seviyorum ben, keşke babam o
olsaymış,onu yalnız bırakmayalım Bıcırık, ağlıyor biliyorsun.
Tam Bıcırık’a dönüyorum ki yüzümü, Orhan karşımda. Sırıtıyor.
-Ne o lan, gerizekalı, yine kimle konuşuyon?
Koşuyorum, koşuyorum, koşuyorum, kahvedekiler çıkmış gülüyor, kimi de küp şeker fırlatıyor kafama.
Kaçmalıyım diyorum kendi kendime. Bıcırık’ı arıyor gözlerim. Bakıyorum, kaleye giden yolda Bıcırık,
içime kelebekler, yapraklar, şehirdeki deniz doluyo. Bu kez de omzunda iki tavşan, el sallıyor bana, el
ediyor. Kasaba arkamda kalıyor. Yağmur yeniden yağıyor. Yağmur yağıyor Bıcırık diyorum. Yağmur
yağdı-yağmalı.
Bir cevap yazın