Hayattan çok şey beklememek lazım. Birileri doğuyor, başkaları da ölüyor. Hatta herkes böyle yapıyor. Garip bir alışkanlık bu. Sigara içmek gibi yani. Yaşamak kekelemeye benziyor daha çok, dilin çözülünce de işte, öyle…
Belki de hemen her günüm aynı geçtiği için böyle düşünüyorum. Uzaklara dalıp gidiyorum mesela, olmadı kıvrılıveriyorum bir köşeye, arada gezip dolaştıkça oramı buramı mıncıklayanlar da çıkmıyor değil. Hani yani nasıl desem, eğlendirmeye çalışıyorlar beni. Bunalıp ettiğimi falan düşünüyorlar herhalde, fakat sıkıldığım için yapmıyorum ki ben bunu. Günlük rutinime uyuyorum sadece. Herkes bir şeyler söyler, ama ben bunu bilirim: Sıradan bir hayat mutluluk getirir. Her gün aynı yoldan yürüyen biri ayağının nereye takılacağını iyi bilir.
Tabii gel de sen bunu sahibem olacak Dilek Hanıma anlat. Ah be Dilek Hanım! Vakti zamanında İzmir’de bir üniversite kazanıp gitmiş öğretmenlik okumaya da gönlü sosyolojiden yanaymış aslında. Yemin billâh etmiş ilkin, bir sene daha çalışırım, demiş de işte, ana baba dırdırı çekilir gibi değilmiş. Kaç yaşına gelmiş hem. Ha bir de Bilecik mi, Gölcük mü, orası da neresiymiş ya! Hiç sevmezmiş memleketini. Öfmüş!
İlk gençlik çağını serkeşlik içinde, üniversite yıllarını yastığının üstünde, akabinde yaşadığı onca aşkı da bir sürü erkeğin altında geçirmiş. Mutluymuş ama. Hiç yoksa soranlara öyle dermiş. Sıkıldı mı? Takarmış çantasını koluna, ta karşı apartmandaki sınıf arkadaşına dek gidermiş. Bol bol tatlı yermiş sonra. Hiç dayanamazmış. Üç beş kilo aldı mıydı da tekrardan bunalırmış. Oturup gece yarılarına kadar kitap okurmuş. E sabah erkenden ders varmış?
Velhasıl okulu uzadıkça uzamış. Aileden gelen türlü tehditle yedinci senesinde tez vermeye kadar gelmiş. Aynaya baktığında vicdan azabı duymamaya başlamış yani. Gülümseyince elmacık kemikleri daha güzel görünürmüş o zamanlar. Tabii bunda Tufan’ın da payı varmış. İlk tanışmalarını kikirdeyerek anlatırmış arkadaşlarına. Gözleri titrer, burnu sızlar, tüyleri falan hep diken diken olurmuş.
Anası ahdetmiş ama. Okulun bitmeden evlenirsen demiş, ak sütüm kara olsun sana, çıkma bir daha karşıma. Babası hiç durur mu? Silerim seni, diye bağırmış telefondan. İlk kürtajını da o zaman olmuş. İzmir kışında. Bir gece. Merdiven Altı Hastanesinde.
İşte o sıra beni bulmuş. Yanında Tufan. Önde taksici. Dışarıda da ben. Minik bir şeymişim o sıralar. Pek hatırlamıyorum, ama yağmurdan sıçana dönmüştün sen annem, diye sever beni hala keyfi yerinde olduğunda. Evet, keyfi yerinde olduğunda. Zira bana her baktığında taksicinin Maltepe’si doluşur da burnuna, boğazını temizler.
Gerçi bunu Divriği’ye taşındık taşınalı gözle görülür şekilde azalttı. Üç küsur yıldan bu yana saçını kaşımakla idare etti bir süre. Kendini kötü hissettiği için mi bilinmez, parmak kadar dişleri olan renkli taraklardan almaya başladı sonra. En nihayetinde de işte yarıya yakınını kesti. Toka bile takmaz oldu şu sıra, ama taraklar hala bir yerlerde.
Öğretmenliğe başladı başlayalı çok yer gezdiğimiz söylenemez, ama burası hepsinden uzun olacak gibi. Hiç değilse Dilek Hanım biraz daha oturaklı davranıyor artık. Pek çok şeyi kabullenmiş durumda. Ailesinin ölümü de buna dâhil, çünkü önce okulu, sonra Tufan’la olan ilişkisini bitirdiğinde eve dönmüş ve özellikle annesiyle arasını mesafeli bir samimiyetle düzeltmişti.
Öğretmen çıktı ya, babası zaten gururlu. Bizimki de mezun oldu çok şükür diye anlatmış kahvedekilere de gülümsemiş sonra. Neyse çok kalmadı ama memlekette. Oturdu çalıştı sınavlara, Van’a çıktı tayini. Evdekiler mırın kırın etseler de, şark hizmeti diye karşı gelemediler tabii.
İşte o gün bugündür ben de Dilek Hanımın peşi sıra gezip duruyorum. Alıştık artık birbirimize. Haftada bir ciğer haşlıyor bana mesela, hiç sekmez Perşembe günleri. Sonra ben de onun keyifsiz olduğu zamanlarda yanına ilişiveriyorum hemen. Sessiz sedasız yaşayıp, beraberce yaşlanıyoruz. Şimdilerde bir sevgilisi var ama. İsmi Cemal. Belediyede çalışıyor. Bana kalırsa yakında ayrılırlar. Olsun. Yalnız değiliz ya.
Ah bir de yeni yeni icatlar çıkarmasa başımıza. Geçen mesela tutturmuş duvarları zeytin yeşiline boyayacağım diye. Ondan önce de koltuklara takmıştı. Okuldaki çocukları müzeye götürme sevdasında şu sıra. Durup dururken bir de. Sabahları kalkıp, kahvaltıdan sonraki az şekerlisine başladı mıydı, illa bir şeylere sarıyor. Hayır, yani zırt pırt fikir değiştirmese neyse. Aman hiç yoksa bezik oynama sevdasından kurtuldu. Kimse de bilmiyor zaten etrafında, öğretmenler odasından kaçan kaçana.
Ama Dilek Hanım bu belli mi olur, elbet tutup çıkarır iskambili günün birinde ve biz konuşmaya başlarız. Ne Divriği kalır etrafımızda, ne hayal kırıklıkları. Maltepe sigarası bile üretilmez olur hatta. Ölü bebekler, kediye dönüşür, büyür ve rakı içerler. Hayat bu ya, bazen su bile konulmaz bardağa.
Bir cevap yazın