Câvid Bey gün boyu düşündüklerini yazıya geçirmek üzere odasına girdi, cevizden oyma masasına oturdu. Kâğıtları önüne düzgünce koydu. Onca düşünce arasından özenle seçtiği ilk cümlesini yazacakken kalemin mürekkebi olmadığını fark etti. Odasında bir iki aradıysa da bulamadı. Büsbütün canı sıkılmıştı. Koskoca odada yazı yazacak bir şeyler elbet bulurdu; ancak siniri onu bu azimden mahrum bırakmıştı. Masasının yanındaki tek kişilik koltuğuna oturup bir sigara yaktı ve kitaplığını izlemeye koyuldu. Kitaplığına her baktığında olduğu gibi bitirdiği, sevdiği kitaplar hiç gözüne gelmiyor, hep yarıda bıraktığı, daha başlamadığı kitaplara bakıyor; neden okuyamadığını, zekâ kapasitesini hatta kendini büsbütün ruhuna varana kadar bir sorgulama silsilesi içinden geçiriyordu. Zihni sorgulamalar biraz hafifleyince bir plak koydu. Tamburi Cemil Bey’in viyolonsel taksimi çalmaya başladı. Câvid Bey, taksimin nağmeleri arasında ağır ağır gezinirken kitaplığın yanında asılı duran baba yâdigarı uduna baktı uzun uzun. Babası, Câvid Bey’i çocuk yaşta en iyi musiki hocalarının ellerine teslim etmiş, en iyi okullarda okuması için ona hocalar tutmuş, kendi fikrince onun hayatını garanti altına almıştı. 12 sine henüz geldiğinde iyi denebilecek seviyede ud çalıyor, nota okuyor, musiki nazariyesinden anlıyordu. İlmi sahada ise Edebiyata, Tarihe meraklıydı. İlgili ve meraklıydı olmasına ancak babası aile içinde ona beceriksiz, akılsız, yetersiz gözüyle bakıyor, kendi okuryazar, mütefekkir, musikişinas arkadaşlarının yanında ise tam aksine oğlunun meziyetlerini göstermek için can atıyordu. Bu durum Câvid Bey’in iyiden iyiye canını sıkıyordu. Bir akşam Câvid Bey’i içkili bir meşk ortamına udî olarak davet ettiler. Babası öfkelenerek ”Bu ne cüret! Benim oğlum içki mezesi mi! Onca parayı meyhane köşelerinde, sarhoşları eğlendirsin diye dökmedim ben!” diye köpürdü. Kendi arkadaş ortamında da her zaman içki bulunurdu aslında ve Câvid Bey onlara ud çalar, şarkı söylerdi. Şimdi bu kadar öfkelenmesinin nedeni oğlunun kendi mahsulü olduğu, kendinden başka kimseyi eğlendiremez sayması, hatta böyle bir teklifi bile adeta küfür addetmesi miydi kim bilir.
Câvid Bey’in fikrini soracak olsalardı, her iki durumdan da rahatsız oluyordu. Hele ki babasının ortamından büsbütün nefret eder hale gelmişti. Normal zamanda yüzüne bakılmayacak kadar suratsız bir dizi adam içkinin etkisiyle kahkahalar atarak hafif hafif sallanır, ondan da kendi istedikleri eserleri çalmasını buyururlardı. Câvid Bey içten içe bu günlerin ne zaman sona ereceğini düşünür, babasının ya imana gelmesi için ya da bedenine bir hastalık musallat olup da içkiyi bırakması için dua ederdi. Bu dâvetin üzerinden henüz altı ay geçmişti ki Emin Bey -yani Câvid Bey’in babası- vefât etti. Bu kaybı kaldıramayan Câvid Bey o günlerdeki olumsuz düşüncelerini, beddualarını düşündükçe beynine adeta şimşekler çakıyor, bir türlü kendini affedemiyordu. O gün udu elinden bir bıraktı, bırakış o bırakış. Tam 35 sene eline almadı.
Aradan onca sene geçmişken ilk önce udu eline almaya cesaret edemedi. Ancak zihninde melodiler dolanmaya başlamış, adeta bedenini ele geçirmişti. Uda doğru yöneldi. Bir süre tozunu sildi, incelemeye başladı. Bazı teller bakır rengine dönmüş ve üzerlerinde küf yeşili izler belirginleşmişti. Kulağını udun üzerine yapıştırıp bir süre akordunu yapmaya çalıştı. Ud belli ölçüde düzene girince aklındaki melodileri çalmaya başladı. Parmakları alışınca öyle bir çalmaya başladı ki kimse onca sene ud çalmadığına inanamazdı. Bu nağmeleri unutmamak için evin altını üstüne getirdi ve bir kurşun kalem buldu. Bıçakla hafifçe ucunu yonttu. Masasının başında bir elinde kalem bir elinde udu Evç makamında bir saz semaisi yazmaya başladı. Notayı yazmayı bitirdiğinde tekrar tekrar eseri çaldı. Ölçüsünde, mezrunda bir eksiklik olsun istemiyordu. İçine sindiği vakit notayı rulo haline getirdi. Akşamüzeriydi. Hemen bir taksiye atlayıp ”Mezarlığa” dedi. Vardığında hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Mezarın başına gelip baş tarafından toprağı biraz eşeledi ve notayı oraya gömdü. ”Bak baba içki mezesi olmadım. Huzurla uyu.” dedi. Câvid Bey’in melodilerine birkaç karıncadan, babasına söylediklerine ise kuşlar, çiçekler ve söğüt ağaçlarından başka tanık olan olmadı.
Bir cevap yazın