Bir, iki, üç, dört, beş… Yirmi yedi, yirmi sekiz, yirmi dokuz… Dünyadaki bütün koyunları da saysa yine uyuyamayacaktı bu gece. Yalnız bu gece mi hayır son bir yıldır bu sıkıntıyı yaşıyordu. İlk zamanlar kesik kesik uyuyor, geceleri sayıklayarak bazen de sıtmalı gibi titreyerek uyanıyordu. Ancak bu son yirmi günde hastalığının şiddeti çekilmez bir hal almıştı. Sayıklayarak uyandığı geceleri özlüyordu. Artık gecenin ilerleyen saatlerinde bile uyumaya çalışsa başaramıyor, türlü çabaların sonunda yorgun düşen gözleri kapanıyor çok geçmeden uyanıp yanı başında duran çalar saate bakıp sayısız küfürler ediyordu. Gözlerinin kapanmasıyla açılması bir oluyordu. En iyi saati bulmalıydı uyumak için bedeni ve ruhu aynı anda hazır olmalıydı uyumaya. Uyumak ne büyük lütuf…
“ Uykusuzluğunuz geçici ya da günlük olaylarla ilgili olabilir Yiğit Bey. Diğer hastalıkların da bir belirtisi olarak ortaya çıkabilir. Gündelik sıkıntılarınızı yatağa taşıyorsanız bunun etkisiyle uyumakta zorluk çekebilirsiniz. Bu nedenle uykunuz da doğal olarak gelemiyor. Rahatlamaya çalışın, yatmadan önce kahveden uzak durun. ”
Psikoloğunun söyledikleri geliyor aklına. “Rahatlamaya çalış, sakin ol, uykuya bırak kendini, yatağının müşfik gövdesinde yeni doğmuş bebek gibi sabaha kadar uyuyacaksın şimdi.” Söylediklerinin hiçbiri olmuyor. Kaç dakika uyuduğunu ölçen bir sayaç olsa üzerinde güzel olurdu. En azından bir gelişme oluyorsa farkedebilirdi. Gelişmenin de olduğu yok. Gecenin bir saati papatya çayları içiyor, kâse kâse yoğurtlar yiyor; ama nafile.
“Aç kapıyı be adam! Her gün kapını çalmaktan ben yoruldum, sen saklanmaktan yorulmadın. En azından bir zaman söyle Yiğit Bey ona göre ayarlayayım. Üç aydır ne kira ne aidat böyle olmaz ki.”
Uzun süren sessizliğin ardından anladı yine açılmayacaktı kapı.
“Vay şerefsiz! Duymazlığa geliyor şimdi de. Neler söylüyordur içeride. Atıp tutuyor mudur acaba? Kiramı istemeye değil de sanki borç istemeye geliyorum herifçioğluna!”
Son bir aydır hemen her gün gelip zile basmaktan, kapıyı tıklatmaktan yorulmuştu ev sahibi Hasan. Yapabileceği başka bir şey de yoktu. Anadolu’nun bir köşesinde okuyan tek kızına para göndermek için bu kirayı almalıydı. İlk başta epey seviyordu kiracısını. Kimseye bir zararı olmayan kendi halinde bir adamdı. Şimdi de kimseye bir zararı yoktu; ama son üç aydır tek kuruş vermemişti. Ne yapacağını bilemiyor, yakınları evden çıkarmasını istese de içi elvermiyordu. En azından karşısına geçip bir iki teskin edici söz söylese ikna olmaya razıydı. Kapıyı da açmadığı için artık aklına türlü kötü şeyler geliyordu Hasan’ın. Zaten kime kızsa, bağırsa ya da herhangi bir küçük tartışmaya girse onun içinden kendi hakkında kötü şeyler söylediğini, küfür ettiğini düşünür, bu olası küfür kafasını oldukça meşgul ederdi. Bu varsayımlarından yıllardır kurtulamıyor, bu yüzden kendini üzmekten alıkoyamıyordu. Kafasındakiler daha da dallanıp budaklanmadan kapının önünden ayrıldı.
“Git artık buradan. Ne olur çalma şu kapıyı, rahatsız etme. Rahat değilim zaten.”
Bu yaşadığı yere ev diyebilmesi imkânsızdı; ama buranın bile kirasını ödeyecek durumu yoktu. Bunlar için mi uğraşmıştı yıllarca. Bunca emeğinin kaç zamandır kapının ardında dışarı çıkmasını bekleyen adamın hakaretlerini duymak için olduğunu düşünüyordu. İstediği hayatı yaşayabilmek için katlanmak zorunda olduğu zamanlar çok da eski değildi.
“Ooo hoş geldiniz Yiğit Bey… Nasıl geçti yolculuk?”
“Fazlasıyla yorucuydu. Uyuyamadım da. O yüzden hemen gidip uyumak istiyorum.”
Uyumak istediği eve götürüldüğünde karşılaştığı manzara tahmin ettiği gibi değildi. Çalışmak için bir köye geleceğini biliyordu; ancak böyle bir evde yaşayacağını hayatının hiçbir döneminde düşünmemişti. Sıvası dökülmüş, en ufak bir sarsıntıda yerle bir olacakmış gibi eğimli duran bu iki odalı, odalarının her biri de ikiden fazla kişinin aynı anda kalamayacağı kadar küçük bu izbe yerde yaşamının iki yılını nasıl geçireceğini bilemiyordu. İçeriye girdiği ilk andan beri kesif bir küf kokusu midesini bulandırıyordu. Daha fazla orada kalamayacağını hissetmesiyle birlikte dışarı attı kendini. Onu eve getiren adama seslendi.
“Ben burada mı yaşayacağım?”
“Valla senin işine en yakın ev bu. Her gün o yolu çekerim diyorsan daha iyi bir ev var; ama o ev de saray değil baştan söyleyeyim.”
“Peki, buraya getireyim eşyalarımı işe yakın en azından, ne yapalım sayılı gün, zaten akşamdan akşama geleceğim, dayanırım.”
Biraz önce durumu fazlasıyla dramatize ettiğini düşünerek eve geçip içerideki eski kanepelerden birine oturdu. Yeni hayatının başlayacağı evi izlemeye başladı. İki yılı bu evde yalnız başına geçecekti. Akşamdan akşama gelecekti; ama yine de hayatının bir kısmını burada yaşamak zorundaydı. Bu köye, bu eve nasıl alışacaktı bilemiyordu. Pencereden dışarı baktığında şehir hayatının kasveti, kötü kokuları, gürültüsü yoktu; ama buradaki sakinlik canının sıkılmasına neden olabilirdi. Bunları düşünmek için çok zamanı olacağını düşünerek uyudu. Henüz uyuyabildiği zamanlardı. Geceleri her yer zifiri karanlık olduğunda yatağının etrafında gezinen farelerin tıkırtısıyla uyanmaya başlamasıyla uykuları da delinmeye başlıyordu. O sesi ilk duyduğu gece geldi aklına. Acemi bir hırsız gibi sesler çıkarıyordu davetsiz misafiri. Göz göze gelmeleriyle sıçraması bir oldu. İlk kez bir fareyle karşılaşıyordu. Ne yapacağını bilemeyerek yataktan fırlayıp hayvanın üzerine doğru yürüdü; ancak uyanık mahlûk ahşap zeminin boşluklarına girip gözden kayboldu. Gece boyu uykuya dalmasıyla uyanması bir oldu Yiğit’in bundan sonraki hayatının nasıl geçeceğini düşünmek istemiyordu.
Bitmeyen iki yılın ardından bu eve taşındığında yanına teyzesini de almıştı. Eniştesinin ölümünün ardından çocuğu olmadığı için bakacak kimsesi olmayan teyzesini biraz da mecbur olduğu için kabul etmişti evine. Otuz yıllık evliliklerinde çocuk fikrine şiddetle karşı çıkmıştı teyzesi. Bu yalnız onun verebileceği bir karardı ve kararlarını alırken kimseye danışmazdı. Yiğit’in annesi o zamanlar hemen her gün bir çocuğun hayatlarına getireceği güzellikleri anlatıyordu; ama teyzesi yine de ikna olmamıştı. Yiğit’in anneannesi de kızına baskıya varacak şekilde çocuk olayını hatırlatıyordu. Evliliklerinin dokuzuncu yılında istemeyerek de olsa karnında bir bebek taşıdığını öğrendiğinde üzüntüyle sevinci bir arada yaşıyordu. Kocası o güne kadar bu konuyla ilgili hiçbir şey söylemese de bebek beklediğini öğrendiğinde çok sevinmişti. Kadın kocasının sevinmesine, etraftaki bütün insanların bu konuyla ilgilenmesine ilk başta mutlu olsa da daha sonra istemediği bir şeyi yapıyor olmanın tarifsiz acısını yaşıyordu. O yüzden ilk zamanlar aklına gelen bütün aykırılıkları yapıyordu.
“Adını Müşerref verelim annemin adı hem annem çok asil bir kadındı. İnşallah ona benzer de tam bir hanımefendi olur.”
“Müşerref olmasın o ne öyle babaanne adı gibi Müşerref diye çocuk mu olur ?”
“Bence Olcay olsun hem modern isimlerden düşünsene bir Profesör Doktor Olcay…”
“Yeter! Adı April olacak tamam mı?”
Annesi ve anneannesi ile birlikte Yiğit de kıkırdamaya başlamıştı. Teyzesi bu garip ismi nereden düşünmüştü ki. Birkaç yabancı filmde duymuştu bu ismi Yiğit. İlkokulda gördüğü İngilizce dersinden biliyordu. Türkçe karşılığını da söylemekten çekinmedi.
“Teyze Nisan koyalım bence, niye April biz yabancı mıyız?”
“Ne Nisan’ı Nisan diye isim mi olurmuş. Saçmalıyor bu da iyice. Neyse bu isim işini sonra konuşuruz.”
Teyzesinin yanındaki bütün kadınlar ona sürekli bir şeyler söylüyordu. Çocuğunun isminden, onu nasıl doyuracağına, neler giydireceğine, tuvalet eğitimini ne zaman vereceğinden evlendireceği zamana kadar bütün yapması gerekenleri anlatıyorlardı. Çok sevdiği ahşap boyama kursunu bile bırakmasını istemişlerdi. Kursu bırakmıştı bırakmasına; ama çok geçmeden bu baskılara ve yönlendirmelere tahammül edemeyeceğini, aslında çocuk yapmayı çok istemediği için de aldırmaya karar verip kimseye söylemeden bu işi halletmişti. Sonraki yıllarda evlerinde herkes anlaşmış gibi bu konu bir daha konuşulmadı. Teyzesi Yiğit’in evine geldiği ilk gün içinden,
“Keşke yaşamasına izin verseydim. Şimdi yanımda olan biri olurdu böyle yalnız başıma kalmazdım.” Dese de kendini sakinleştirmeyi başarıyordu.
“Olsun iyi ettim. Doğursaydım onların istediklerini yapacaktım. Onların buyruklarını yerine getirecektim. Yalnız da değilim hem Yiğit var.”
Pencereden Hasan’ın uzaklaştığını görür görmez rahatladı. Onun ne kadar kurnaz bir adam olduğunu biliyordu kimse de parası kalmazdı. Aynı zamanda apartman yöneticisiydi Hasan. Kendince bir sistem geliştirdi. Aidatları üç haftada bir topluyor, paraları toplarken makbuz vermiyor, arada sırada kendi tabiriyle birkaç işgüzar adam makbuz istediğinde onlara veriyordu. Kimse aidatları üç haftada bir topladığının farkına varmıyordu. Bu sayede Hasan yılda daire başına beş aidat fazla alıyor bu parayı da kızına yolluyordu. Yiğit aylar önce son kez para verdiğinde bunu fark etmiş; ama bu tartışmaya girmek istemediği için bilmezlikten gelmeyi yeğ tutmuştu. Onu tekrar gördüğünde bu konunun aklına gelmesiyle içinin sıkıldığını hissedip pencereyi açtı ve demir parmaklıkların ardından temiz havayı içine çekti. Teyzesiyle konuşacak bir şey bulamadıklarında-ki bu ortak yaşamlarının büyük bir bölümünü oluşturuyordu.-havanın güzelliğinden dem vururlardı.
“Hava çok güzel bugün Yiğit değil mi?”
“Evet, teyze çok güzel; ama benim fena halde başım ağrıyor.”
“Yine uyuyamadın mı gece?”
“Uyuyup uyuyamadığımı bile anlamıyorum artık.”
“Hava güzel ama…”
“Eee yeter artık hava güzel hava güzel daha ne kadar sürecek bu muhabbet! Havanın nasıl olduğu umurumda değil anladın mı? İsterse Ağustosta kar yağsın kılımı kıpırdatmam. Beni yaşadığım sıkıntılar ilgilendiriyor. Her gece uyumaya çalışıp uyuyup beş dakika sonra sıçrayarak uyanmam ilgilendiriyor. Ayrıca hava güzel de değil. Yine pişmiş soğan, yağ ve salça kokuları birbirine karışmış midemi bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor, kapat şu camı!”
Ona bağırdığı günler geldi aklına yirmi gün önce ölene kadar bir yıl beraber aynı evi paylaşmışlardı. Annesinden farklıydı teyzesi, sürekli birileri tarafından kullanıldığını, ezildiği hisseder bu yüzden herkese karşı çıkmayı bir kişilik özelliği olarak benimsemişti. Yönetilmekten hazzetmez, her zaman diğerlerinden farklı olduğunu düşünür, başkaları tarafından da takdir edilmek isterdi. Müşkülpesent olduğu söylenirdi; ancak o bunu inkâr ederdi. Bu yüzden sık sık Yiğit’in annesiyle tartışırlardı. Annesi ondan bahsederken her zaman aynı örneği vermekten sıkılmazdı.
“ Sen teyzene ne bakıyorsun. O zaten kimseyi beğenmez. Eniştemle evlenene kadar neler çektirdi adama. Hoş evlendiler de adama gün yüzümü gösterdi. Evliliklerinin ilk gününden itibaren hep eleştirdi onu, adamcağız kaşıkçı elmasını verse beğendiremezdi teyzene.”
Teyzesiyle annesinin birbirlerinden farklı oldukları gibi Yiğit de kendinden dört yaş büyük ağabeyinden oldukça farklıydı. Ağabeyinin ilkokuldan beri hem matematiğe hem de sosyal bilimlere ilgisi vardı. Yiğit ise bunlara ilgi duymaz çoğu zaman babası tarafından ağır eleştirilere maruz kalırdı.
“ Hiç ders çalışmıyorsun Yiğit bak ağbine geldiğimdendir kafasını kaldırmıyor kitaptan. Sen eline bir kalem dahi almıyorsun. Yahu oğlum ne olacak senin bu halin? Sınıfta kalmıyorsun; ama doğru düzgün bir notun da yok. Ağbinde aynı evde yetişiyor, seninle aynı imkânlara sahip. Sen niye onun gibi olmak için çaba sarf etmiyorsun. Bak eğer onun gibi başarılı olursan söz sana da bisiklet alacağım.”
“Onun gibi olmak.” Diye düşündü. Kendi olması istenmiyordu. Ondan görece başarılı olan ağbisi gibi olmalıydı sevilmek, kabul edilmek için. Eğer onun gibi başarılı olamazsa ödülü verilmiyordu. Nitekim ödüllendirilmedi. O yaz ve ondan sonraki üç yaz boyunca bisiklete sahip olamadı; ancak ağbisi izin verdiği zamanlar bisiklet sürebiliyordu. Üç yaz sonra bir bisiklete sahip olduğunda bu defa da içinde bisiklet sürmeye dair hiçbir hevesin kalmadığını anladı. Bunun sonucunda babası onu hiçbir şeyden memnuniyet duymamakla yaftaladı. O günlerde onu anlayan tek kişi teyzesiydi. Yaşamının son yılını onun evinde geçirme isteği de zaten buydu. Teyzesi hayatına çok fazla müdahale etmese de zaman zaman Yiğit’i çileden çıkarırdı.
“Yiğit ne zaman evleneceksin sen oğlum?”
“Yahu teyze sen yıllardır anlatmaz mısın annenler, anneannenler sürekli karışıp durmasaydı ben o çocuğu aldırmazdım diye. Kendine baskı yapılmasından nefret ediyorsun; ama bana gelince sürekli evlen diyorsun.”
“İlla da güzel olacak, zayıf, uzun boylu olacak. Ne olacakmış yani zayıf olacak da. Bak annene Enişten de zamanında çok bahsederdi annenden baldızım çok güzel boylu poslu diye ne oldu kırkına gelmeden kamburu çıktı da görenler ablan mı diyorlardı annen için. Hiç yoksa altı yaş büyüğüm annenden. Hem biraz da etine dolgun olacak kadın dediğin. Yürürken kadın olduğu hissedilecek, çocuk gibi şimdiki kızlar.”
Teyzesinin bu sayıklamaya varan cümlelerine çoğu zaman katlanamayarak salonu terkediyordu Yiğit; ama teyzesi hala susmuyordu.
“Git tabi git. Duvarlarla konuşmaya alışkınım ben onlara anlatırım derdimi. Sen de git enişten gibi. Bir gün tamamen gittiğimde çok ararsın ya beni iş işten geçer. Enişten de çarpıp çıkardı kapıları.”
Teyzesinin ölümünden sonra uykusuzluk problemi daha da artmış yirmi gündür ne kadar süre uyuduğunu bilemiyordu. Yine o köyde geçirdiği zamanlar geldi aklına. Evine giderken köpeklerin havlamalarını duyar, zaman zaman peşine düşenlerden kurtulmak için dakikalarca koşardı. Eve geldiğinde yatağına girmesine kalın giyinmesine rağmen ısınamazdı. Geceleri defalarca uyanır, tekrar uyumakta zorluk çekerdi. Bu eziyetlerin ödülünü işleri zamanında ve tam yapamadığı için işten çıkarılarak almıştı. O iki yılı düşündü. Şimdilerde elinde kalan son parasını ev kirasına değil de Psikoloğuna vermesine neden olan o yılları.
“Yiğit nasılsın?”
“İyiyim Kerem sen nasılsın?”
“Valla açıkçası ben iyi değilim Yiğit. Kaç zaman oldu işler yoluna koyamadın. Ne yapıyorsun oralarda bilemiyorum. Patron benim başımın etini yiyor. Yeni bir eleman alındı onu göndereceğim oraya diyor.”
“Benim için iyi bile olur Kerem. Dayanamıyorum artık burada çalışmaya. Her sabah onca yolu gitmekten yoruldum. En azından orada bir düzenim vardı. İş bitmedi; ama olsun yeni eleman halleder.”
“Bak Yiğit seni severim bilirsin. Oraya gidip kendini kanıtlayabilmen için çok çaba sarf ettim; ama sen bu işe uygun değilsin baştan beri söylüyorum sana. Yine de patronu ikna edip oraya gitmeni sağladım. Bu işi yüzüne gözüne bulaştırdın.”
Yiğit kötü şeyler duyacağını anlıyordu.
“Ne yaptım ki ben. Elimden gelen her şeyi yapıyorum. Aylardır burada zor koşullar altında çalışıyorum. Daha ne yapayım?”
“Bu iş sana göre değil kendine daha farklı bir iş bulmalısın. Bunun için her türlü desteği veririm. Patron ’un kesin talimatı var işten çıkarıldığını bildirmek için aradım. Hemen toparlanıp buraya dön de çıkışını yapalım.”
“Sen ne diyorsun? Nasıl çalıştığımı bir ben biliyorum. Gece geç saatlere kadar çalıştığım bile oluyor. Sen orada bilgisayar başında oyun oynarken ben burada kaç kişiye laf anlatmaya çalışıyorum. Ben aylarca türlü zorluklara bunlar için mi katlandım?”
“Seni anlıyorum. İşten çıkarıldığın için bana saldırıyorsun. Seninle iyi arkadaşız. İş konularında beni her zaman kıskandığını biliyorum. Herkes aynı ölçüde başarılı olmaz bunu unutma. Daha iyi işler bulursun belki de orada kendini göstermen daha kolay olur. Çok uğraştım adamın kararını değiştirmek için; ama başaramadım, üzgünüm.”
Yiğit sinirini Keremden çıkaracaktı; ama cümlesine başlayamadan telefonun yüzüne kapandığını anladı. “Üzgünüm.” Diyordu Kerem; ama Yiğit onun üzgün olmadığı biliyordu. Şirketteyken de arkasından türlü oyunlar oynamış, bununla da yetinmeyip böyle bir yere onun gitmesi için olağanüstü çabalar sarfedip sonunda başarıya ulaşmıştı. Şimdi de işten çıkarılmasını sağlayan kesinlikle Keremdi. Bu kararın değişmeyeceğini bildiği için kısa sürede toparlanıp yaşadığı yere döndü. Tazminatı alıp bu eve yerleşmesiyle her şey kötüye gitmeye başladı. Teyzesi ölene değin onun birikmişleriyle yaşadılar. Yiğit ilaçları kullanmadan önce uyuyamamanın etkisiyle yeni bir iş bulmayı düşünmedi bile.
“Kendinizi bırakmanız gerekiyor uyumak için. Diğer hekim arkadaşlarımın raporuna göre herhangi bir sağlık probleminiz yok. Uyuyamamanız yaşadıklarınızla ilgili. O köyde yaşadığınız sorunları unutamıyorsunuz. Buradaki ilişkileriniz de sağlıklı değil. Teyzenizin de ölümüyle büyük bir boşluk içindesiniz. Bunun için haftalardır uğraşıyoruz; ama olumlu bir sonuçla karşılaşamıyoruz. Bu yüzden size uyku ilaçlarını tavsiye ediyorum. Alışkanlık haline getirmeyin. Çok zor durumda kaldığınızda yalnızca bir adet kullanın. Çok sayıda kullanmak uyku halinde ölümle bile sonuçlanabilir.”
Psikoloğunun tavsiyesine uyup uyku ilaçları kullanmaya başlamasıyla uykusuzluktan kurtuluyordu kurtulmasına da ertesi gün yaşadığının farkına varamıyordu. Yataktan kalktığında düşecek gibi oluyor, temel ihtiyaçlarını bile gidermekten aciz oluyordu. Ayrıca teyzesinden kalan az miktardaki para da ilaçlara gidiyordu. Geceleri uyumasını sağlayan bu ilaçları bazen gündüzleri de kullanıyor böylelikle gerçek hayattan tümüyle soyutluyordu kendini.
Birkaç hafta sonra ilaçları alışkanlık haline getirmesiyle halsizliği uyuyamadığı zamanlara göre artıyordu. Yine ev sahibinin geldiği bir gün yataktan çıktığında ölü gibiydi.
“Yiğit bey çıkın dışarı Allah aşkına. Kaç zamandır kapınıza gelmekten yoruldum artık. Beni zor duruma sokuyorsunuz.”
“Git buradan diyorum sana. Yeter artık git. Vermiyorum işte paranı. Yok zaten.”
Son kelimeleri kesik kesik söylüyordu Yiğit konuşacak hali yoktu.
“Aç kapıyı en azından konuşalım bi.”
“Konuşmak istemiyorum!”
“Başka yollara başvurmak zorunda kalacağım sizin bu yaptıklarınız yüzünden.”
Başka yolların ne olacağını düşünüyordu Yiğit. Polise haber verip, kaç aydır kira vermediği için evden çıkarılabilirdi. Bunları düşünerek mutfağa gidip ilaç kutusu aldı. Kutuyu alırken tezgâhtaki bıçağı görüp onu da diğer eline aldı. Bu adamın sesini duymak istemediğini düşünürken geçmişi canlandı gözünde.
“Aç kapıyı be adam… Bak eğer onun gibi başarılı olursan söz sana da bisiklet alacağım… Bu işe uygun değilsin baştan beri söylüyorum sana… Herkes aynı ölçüde başarılı olmaz, üzgünüm… Hava çok güzel bugün Yiğit… Gündelik sıkıntılarınızı yatağa taşıyorsanız bunun etkisiyle uyumakta zorluk çekebilirsiniz… Duvarlarla konuşmaya alışkınım…”
Bunları düşünerek kapıyı açtı. Hasan şaşkındı açılacağını düşünmüyordu kapının. Yiğit elindeki bıçağı kaldırmadan konuşmaya başladı.
“Yiğit Bey çok korkuttunuz beni. Allah korusun bir şey geldi başınıza diye düşündüm kaç gündür. Ambulans çağıracaktım bugün de açmasaydınız. İyisiniz değil mi?”
Hasan’ın sözlerini duyduktan sonra Yiğit bıçağı saklamayı başardı.
“İyiyim. Yakında yeni bir kiracı bulacaksın zaten. Olmayacağım artık bu evde. Beni merak etme.”
Son cümleyi söyleyip kapıyı kapattığında elindeki bıçağı güçlükle koydu Yiğit. Diğer elindeki kutuyu açıp içindeki bütün ilaçları yutup o hep aradığı, bir türlü gerçekleştiremediği derin ve deliksiz uykuyu şimdi tadacaktı.
Bir cevap yazın