Ellerini çenesine dayamış ne kadar zamandır göğe bakıyordu. Göğe bakıyordu ama, bir şeyi görebildiği de yoktu. Gözleri, gökyüzünün yeryüzündeki sureti gibiydi. Yıldız var mıydı bilmiyordu. Ama ay’ı görebiliyordu. Dolunaydı. Başını gökten indirmiyor, hiç kıpırdamıyordu. Gece yarısı olduğu halde sokakta gürültü vardı. Gemiler geçiyordu karşılardan. Kara suların üstünde deniz fenerinin yansımasıyla gri bulutlar geziniyordu. Geceleri gökyüzünün gölgesi ne renk olurdu? Kaldırım taşlarıyla aynı renkte yapılmış evlerin balkonlarından raflara yerleştirilen tabak sesleri, yoldan geçenlerin birbirine isyan edişi, tabii bir de hiç kesilmeyen yük treni sesleri. Sırtını yasladığı taş duvar sallanıyordu tren geçtiğinde. Öte yandan çöplerle oynaşan kedilerin arasında oturan, elinde elmaya benzettiği bir artık tutan tuhaf bir adam. Bir de gürültülerin arasında kendini duyurmaya çalışan çekirgelerin inleyişi. Hayatta en çok böyle şeyler oluyordu. Birimizin alameti ötekinin kıyametiydi. Herkes, duymak istemediği sesler, görmek istemediği yüzler arasında kalıp; olmak istemediği biri olmanın eziyetini yaşıyordu. Ve Estella, gözlerinin önünden bunca geçişler arasında, karşıdaki mavi gölgeli adama bakmak için indirdi başını gökten. Köşede gülüşenlerin yanında viyola çalan siyah redingotlu adama bakıyordu.
Mavi gölgeli siyah redingotlu adam parmaklarının hareketlerinden habersizce gözlerini göğe dikmiş viyolasını çalıyordu. Gerçek miydi bu? İnsan neden şaşırıyordu ruhunu yumuşatan bir şey görünce? ‘Güzel’e bu kadar mı alışkın değildi sahiden? Hiç tanımadığımız biriyle gidip konuşma arzumuzun sebebi nedir? Anlaşılacağımıza emin duygularla, bizden bir parçaymış gibi yanına varıp kendimizi o insana ifade etme özgürlüğümüz… Aklına o anda ilk gelen şey birkaç sene önce okuduğu Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’indeki kahramanlarıydı. Yoldan geçen adam, köşede ağlayan kızı gördüğü zaman yanına yaklaşıp nedenini sormayı istemişti. Hayat bana bu şansı neden vermesin ki demişti. Öylelikle cesaretini toplayıp yürümüştü yanına. O adama vermişken hayat bu şansı, bana niye vermesindi dedi Estella kendi kendine. Ne de olsa her birimiz, bir başkasına açtığımız belirsizliğin bedelini ancak yine bir başkasının belirsizliğini iyileştirerek ödeyebilecektik. Yürüdü yanına adamın. ”Ben sizi daha önceden tanıyorum biliyor musunuz?” Adam dudaklarını tebessüm etmeye zorlayarak baktı Estella’ya. Şaşırmamış olması şaşırtmıştı Estella’yı. Etrafına bir an bakındı yeniden, bütün sokak küçülmüştü. Estella’nın gördükleri, bildiklerinin zihnindeki gölgeleriydi. Sanki hepsini daha önceden tanıyor gibiydi. Yaşamak, iki türlü yaşamak kimisine. Kendi gerçeğinde yaşamak ve senin gerçeğini reddeden gerçekte yaşamaya mecbur kalmak. Elleriyle gri bir direksiyonu çeviriyordu ki uyandı birden. Hâlâ trendeydi. Estella nerede? Birden gerçekten bir şeyi kaybetmiş gibi yüzünü astı. İnsan rüyasındaki insanlara alışır mı? Rüyalar hangi gerçekliğin arda kalmışlığıdır? Elinde Özdemir Asaf’ın şiir kitabı vardı. Dokuza Kadar On… Trenin camlarında dışarıya baktı nerede olduğunu merak ederek. Çok yolu kalmadığını fark ederek birkaç şiir okuyayım niyetiyle kitabı açtı. Kendine dair, içini tarif eden bir şeyler aradı. Sonradan fikrini değiştirdi. Kendine en uzak gelen, başkasını tarif eden dizelere bakındı. Biletçi adam onun vagonuna gelmişti. Sadece onun biletine bakmadı. Gözden kaçırmış olamazdı, zaten onun vagonunda çok az kişi vardı. Biletçi hemen karşı koltuğa gelip oturdu. ”Benim biletime bakmadınız” dedi biletçiye. Adam kitabı işaret ederek ”Şiir okuyanlardan bilet istenmez.” yanıtıyla gülümsedi kıza. Kitaba bakabilir miyim demeden elinden uzandı adam, kitabın sayfalarını çevirdi. Sonra şiir okumaya başladı, fakat kitaptan değil. Fırsat verilse güzel olabilecek bir yaşamın fısıltısını dinliyor gibi geldi adamın dizeleri. Hüzün mü gerçek mi belli değildi. Hem hangi hüzün gerçek olabilecek kadar duygusuzdur ki? ”Evlendiğin ama sevmediğin biriyle olmak nasıl yapar insanı?” dedi adam kıza şiir kitabını uzatarak. Kız bir an duraksadı, öylesine bir cevap veremedi. Acaba adam evliliğin mutsuzluğunu anlatan bir şiire mi rast gelmişti ki kitabı karıştırırken? Hemen sonra biletçi adam ”Dur sana birkaç şiir daha okuyayım.” dedi ve devam etti. ”Siz misiniz bu şiirlerin şairi?” diye sorarken tebessümünü de ekledi yüzüne kız. Sonra konuşmaya başladılar. Adam zamanında kaç sefer üniversite sınavına girdiğini, bir sefer Hukuk Fakültesi’ni kazandığını ama vazgeçerek üniversiteye gitmediğinden bahsetti. ”Mutsuzluk şiir yazdırıyor insana; ya özlemini kurduklarını yazıyorsun ya da isyanını ettiklerini…” cümlesiyle tekrardan evlilik yaşamından söz etmeye başladı. Karısının iyi bir insan olduğunu, ama onunla yürekten bağ kuramadığını, ablası sebebiyle evlenmek zorunda kaldığını ve çocukları olduğunu anlattı. Bir yandan bunları dinliyor bir yandan da rüyasında gördüğü Estella kimdi diye düşünüyordu kız. Estella’yı bir yerden çok iyi hatırlıyordu. Çok iyi tanıyordu hiç tanışık olmadan. Adam ağır ağır anlatmaya devam ediyordu. En nihayetinde yine aynı soruyla tamamladı konuşma sırasını: ”Böyle işte. Mutsuz bir evlilik nasıl yaşatır insanı?” Kızın aklına annesiyle babası geldi birden. Ama annesiyle babası birbirini çok sevmişti. ”Şair yapmış sizi işte, fena mı? Hem biliyor musunuz, Cemal Süreya da sizin gibi memurdu, ama güzel şiirler yazıyordu yine de.” Adam çok iyi bilirim tebessümüyle bir şeyler diyecekken vagona başka bir biletçi gelmişti. Karşıdaki koltuğa oturdu, gazetesini okumaya başladı. Belli ki trendeki bilet kontrolü faslı onun için bitmişti. Bir gazetenin sayfasına göz atıyor bir diğer biletçi ve onun konuştuğu elinde şiir kitabı tutan üzerinde lise forması olan kıza bakıyordu. Neden konuşuyorsunuz der gibiydi, sanki rahatsız olmuştu bu durumdan. Hakikaten, hangi yalnızlık ve birikmişlik elinde şiir kitabı gördüğü bir insanla konuşmaya iterdi insanı? Yolculuğun sona ermesine iki durak kalmıştı. Biletçi bir anda kalktı koltuktan. ”Sana başarılar, iyi okumalar kızım.” dedikten sonra düdüğünü çalarak bilet kontrolü görevine geri döndü. Sanki hiç başka bir boyuta geçilmemiş gibi, sanki mutsuzluğundan hiç söz etmemiş gibi yüzüne görevinin getirdiği sorumluluk ifadesini takındı ve vagonlar arasında yürüdü. Kız, trenden inip evine doğru yürürken kaldırım taşlarının her birinin birbirinden farklı olduğunu gördü. Yamalı kaldırım! O anda olan bir his, kaldırım taşlarının birbirinden farklı oluşuyla aralarında açılan boşlukların yarattığı bir his, çok önceden sanki yine zihninden bu anı geçirmiş olduğu duygusunu hissettirdi. Eve geldiğinde odasına oturup okuldan eve dönüş yolculuğunda olanları düşündü. Rüyasında gördüğü Estella’nın yaşamından biri olabileceğini tahmin ediyordu fakat Estella adı ona bir yerden tanıdık geliyordu. Belki bir romanda karşılaşmış olabilirim düşüncesiyle kitaplığındaki romanlara göz atmaya koyuldu. Estella, Charles Dickens’ın Büyük Umutlar romanındaki bir karakterdi. Oradan hatırında kalmış olacaktı bu isim. Tren, okuldan eve dönüş yolculuğunda bozkırların olduğu duraklardan geçiyordu. O duraklar boyunca sadece sapsarı bozkır tarlaları ile mavi gökyüzünü görüyordu trenin camından. Rüyasında gökyüzüne bakan birini görmesi de bundan olsa gerekti. Hem o en çok, gökyüzünün görünmediği yerlerden korkardı. Sonra biletçiyi düşündü. Şimdi bu adam bir gün ölecekti. Kim bilecekti yeryüzünden şiir okuyan böyle bir adam geçtiğini? Biz en fazla ne kadar anılacaktık? Bir insanın adı, ne kadar kalırdı ondan geriye? Kim, ne kadar saklayabilirdi kendisini? İnsan, açığa çıkarsaydı her şeyi; tarifsiz olan yine tarifsiz mi kalırdı içinde? Ellerini kafasına götürüp saçlarının arasında parmaklarını gezdiriyordu. Hemen sonra tırnaklarını incelemeye koyuldu. ”Bugün daha fazla soru sormayacağım!” dedi kendine. Hem bir seferinde biri ona demişti, çareyi insanda aramamalı diye. Doğayı sevmeli, gökyüzünü mesela! Pencereye yaklaştı, göğe baktı. Her şey tamamdı da, trenden indikten sonra, kaldırımda yürürken ki o his neydi peki? Sahi, tanıyor muyuz tanışmadıklarımızı önceden?…
KALDIRIM TAŞLARI – Tilbe Demir
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
Bir cevap yazın