Yağsın…
Yağsın da temizlesin
Ruhunuza yapışan kömür tozunu.
Benliğinin en içine çöreklenmiş bu boşluk.
Çayla demliyorum susuzluğumu…
Sessizlik kopuyor arş-ı âlâdan.
Düşen herbir kar
Kirpiklerine yapışan yalnızlık…
Yar! Diyor kirpiğin ucundan düştü düşecek.
Gecenin sessizliğini bir feryat bozuyor, ılık. ..
Iki ucu çatallaşmış bir kararsızlık.
Bir şair üfledi parmak uçlarına.
Uzak diyarlari gördüğü oda…
Her gideni uğurladığı büyük istasyon.
Kırık kalem, beyaz kağıt, çaysamış o…
Hem artık tek renk çaya aitti.
Yazının sol yanına oturmuş divit.
Öyle bir kar’arsizlik kağıtla yürek arasında.
Yazsa hiç olmayacak yazmasa bir başka dert.
“Zaman geçti”diyordu
Uzun, ince bir adam
“Acaba hangi parçam
Hangi kitapta yanan.
Deste deste varlığım biraz su biraz toprak.
Hangi mermer yazıyla birgün toparlanacak.”
Uzun ince bir adam ne vardı bilmiyordu .
Tek bildiği , tek gerçeği.
Keskin bıçaklarla yontulmuş
Çift dilli kalemlerin
Bağrını kanatmaya hazır olduğu…
Öyle savurmadı saçlarını
Veya giyinmedi marka takımını.
Ruhunu uzak coğrafyalara salıp da…
“Üzerinde yüreğinde başka tılsım taşımayan”
Siyaha meftun sevda
Oysa!
Griye çalan.
Uzaktan sevdi uzun , ince bir adam.
“Umdun gölgesi yok” dedi.
Dokunsan herbir ağaç kırılacak gibi
Umutsuz, bedbîn, soğuktu…
Soğuk!
Soğuk ürkütmüyor yıpranmış yüreği.
Şekeri sever gibi sevdi.
Hani düşer de toprağa alınca utanırsın.
Utanır ama yine de
Sahip olduğu en değerli kaybetmemişçesine
Arayıp da gitti her istasyonda
Gitmeye hazırlanan kadını bulan.
Uzun, ince bir adam. ..
Veda çanları , yaşlı elleri…
Kaşını çatınca beliren
Ona ait olmayan emanet çizgileri…
Hikâyenin ne serimi ne çözümü
Düğümü olan kadın…
Eflatun mürekkebe boyanan yazıyı yazan,
Uzaktan sevdi uzun, ince bir adam.
Her şey başladığı gibi
Ne ileri, daha çok geri. ..
Adam baktı, kadın gitti
Şiir yarım, hikaye eksik
Çay soğuk, kar beyaz. ..
Bir cevap yazın