Umuda rastlasaydım unutacaktım ölümü. Bütün vaz geçenler gibi ağlayacaktım, belki
bir kaç aya unutacaktım. Ama öldüm.
Hiç bir zamanda güçlü hissetmemiştim kendimi. Ama çevremdekiler hep ne kadar güçlü
olduğumdan bahsederdi. Bu benimle çok bağdaşmıyordu biliyorum. Benim güç anlayışım onların
ki kadar dünyevi değildi. Sürekli yenilgilerle doluydum ve zihnim olağan savaşlardan harabeydi.
Bir çöplüktü içim. Kemikleri sayılıyordu hislerimin ve bütün duygularımın açlıktan nefesi
kokuyordu. Saçlarıma taksamda bu çiçekleri, kokuları sürünsem ve hoş bir telaşa bürüsem de
içimi; bir mezarlıktım. Ve elbet bu güzellik kuruyacak, bu hayat beni sulamayacaktı. Upuzun sarı
saçlarım vardı. Ben onları kısacık kesmiştim ve annem yüzüme okkalı bir tokat yapıştırmıştı.
Kızaran yanağımın arasından bir kan damladı. Tabanlarımla sildim onu. Ve ağlamadım. Çünkü
ben yaratılmış, yaşatılmış denilenin aksine bir sınava tabii tutulmuş ancak bütün yollarıma tek bir
çelenk bırakmıştım. Neden birey olarak görünmek için bir iletişimin ögesi olmamız gerekiyordu?
Etkileşimin içinde olmak, paylaşmak ve parçalanmak…. Sorunun bende olduğunu düşünmemiştim
hiç. Çok kalabalıktı etrafım ve ben herkese farklı cümle kuramazdım. Eğer mecburi bir sosyalliğin
içinde olacaksam herkes anlamalıydı. Ağzımdan yayılan bir cümle herkes için aynı anlama
gelmeliydi. Bu dudaklar konuşmak için mi vardı, bu gözler görmek için mi ve bu kulaklarla
duymak için mi buradaydım? Kim bedenimize bu kadar anlam kondurmuştu? Ve istemediğim,
sahip olduğum her bir parçam nasıl da benden çalınmıştı? Sorgulayamadım kimseyi. Ya
susturdular beni. Ya dövdüler. Ya da diri diri gömdüler.
Ailenin tek çocuğuydum ben. Üzerime titremezlerdi. Ama hatırı sayılır bir sevgi idi. En azından
kör olmazdı gözleri, ötekileşmezdim. Babam suskun bir adamdı. Yemeği hep ağzını şapırdatarak
yerdi ve iri göbeğinin üzerine hep bir gazete koyardı. Annem kısa boylu, siyah saçlı ve yüksek
perdeden konuşmayı seven bir kadındı. Şehrin ücra bir mahallesinde yaşıyorduk. Uçurtmalarımız
tellere takılır, kız kaçıran patlattığımız sokaklar sık sık çamura bulanırdı. Karşı komşumuz olan
adamın karısı ölmüştü. Sık sık bize gelirdi. Babamla uzun uzun konuşurlardı. İyi bir adamdı. Bana
çikolata alırdı. Bazen uçurtmamı yamalamama bile yardım ederdi! Evde yalnız olması beni çok
üzerdi. Annemin yaptığı pastanın bir dilimini hep ona ayırırdım. Pencereden buruşuk ellerini
uzatır, kocaman suratını gülümseme kaplardı. Dokuz yaşındaydım. Sanki hep dokuz yaşında
kalacaktım. Mavi önlüğümün gölgesinde, tahta sıraların ve sıradan yaşantının bünyesinde hep bu
yaşta olacaktım. Bir sabah annem, anneannemi ziyaret etmek için başka bir şehire gitmek zorunda
kaldı. İlk kez ondan ayrı kalacaktım. Babam biz seninle hallederiz dedi. Dert etme dedi. Bir iki
güne gelecek zaten, ne olacak azıcık dursan ? Haklıydı. Bekleyebilirdim. Ertesi gün okuldan
döndüm. Çantamı şöyle bir fırlattım kapının girişinden. Bugün cumaydı. İstediğim kadar
oynayabilirdim arkadaşlarımla. Babam kahveye gitmişti. Akşama kadarda gelmezdi. Oh! Bütün
gün benimdi. Üzerimi değiştirmek için kıyafetlerimi seçtim. Mutfağa gidip ağzıma bir kaç parça
ekmek attım. Kapı çalındı. Başta açmadım. Sonra sanki yumruklanır gibi çalındı. Holden hızlıca
koşup kapıyı araladım. Karşı komşumuz oradaydı. Gülümsedim. İçeri geldi. Babamın olmadığını
söyledim. Bekleyeceğini söyleyip çekyatın solunu işaret etti. Oturdum. Sessiz kaldık. Mavi
önlüğüm üzerimdeydi. Ve babamın gelmesine üç saat var idi. Arkama baktım, kıyafetlerim orada
duruyordu. Çomaklarım ve bilyelerim hemen yanındaydı. Yüzümü ona döndüm ve ansızın ağzımı
kapattı. Sağ eli dudaklarımdaydı, sol eli cılız bileklerimi kavrıyordu. Ve üzerimde kilolarca
ağırlıkta bir adam önlüğümü yırtıyordu. Tenimin yavaşça havayla karıştığını hissettim. Ruhum
bedenimden yırtılıyor ve çığlıklarım sessiz bir yankıdan ileri gidemiyordu. Ne olduğunu
bilmiyordum, hareket edemiyordum, kaçamıyordum. Bütün masumiyet dört duvar arasına
sıkışmıştı ve orada ölüyordum. Kaç saat geçti? Çocukluğumun üzerine kaç yara bindi?
Bilmiyordum. Üzerimdeki ağırlık hafifledi. Gömleğinin düğmelerini tek tek taktı. Ve gitti.
Bilyelerimin düştüğü ahşap zemine bir de benim bedenim karıştı. Hava daha kararmamıştı
Bir cevap yazın