BABAM’A
‘‘ Sonbahardı değil mi? Ben öyle hatırlıyorum. Kocaman kırmızı bir kamyon gelmişti
avluya. Apar topar toplanmıştı eşyalarımız. Geri döneceğiz bir gün, demişti babam başımı
okşayarak. Nenem o gün hiç çıkmamıştı evden dışarı. Son sonbahardı evet. Çükü Sarıkız’ı
ziyaret etmiştik bir gün önce. Keşkek yapmıştı annemler her zamanki gibi. Nohut, pilav
yanında. Bütün köy oradaydı. Nasıl oldu da bir anda gitti herkes. O sonbahar, son
sonbaharımızdı.’’
Bütün bunları Oktay’ın yüzüne bakmadan söylemişti Aykut. Sanki kendi kendine
konuşuyor gibiydi. Arabada yanında oturuyordu hâlbuki. Kaz dağlarından geçiyorlardı.
Öğlen vaktiydi neredeyse. Gözleri aşağıda uzanan denizi takip ediyordu. Özlemedin mi?
Özlemedin mi hiç beni? Diye kulağına fısıldıyordu deniz. Buradan bile duyuyordu dalgaların
sesini. Ardında dizli ağaçlar, ya bizi, ya bizi? Diye bağırıyorlardı. Dallarını birbirine
kavuşturmuşlardı. Yaprakları mutsuz esen rüzgârla hışır hışırdı. Onları da buradan duyuyordu
Aykut, ve de küskünlüklerini hissediyordu. Her zaman bir parçası buradaydı oysaki. Neden
onlara bunu anlatamıyordu? Küstüler bana, hepsi küstüler.
Başını salladı Oktay sesini çıkartmadan. Bir hüzün bulutu geldi geçti yüzünden. Eli
arabasının radyosuna gitti, sonra hatırladı. Aykut’un fark etmemiş olmasını dileyerek elini
hemen geri çekti. Aykut Oktay’ın hareketini görmemişti bile. Aynı şekilde dışarıyı
seyretmeye devam ediyordu. En çok ta bulutlara takılıyordu gözleri. Tıpkı çocukken yaptığı
gibi onları bir şeylere benzetiyor, sonra orada olduğunu hayal ediyordu, gökyüzünde. Epeydir
oynamamıştı bu oyunu. Bir ara arabanın camını açtı, sırf havayı koklamak için. Sonra geri
kapattı. Ciğerlerine önlerinde ağır ağır ilerleyen kamyonun yoğun egzoz dumanı doldu
sadece.
Doğa yaza dönmüştü. Çocukluğunun yazları dağların arasından çıkageldi. Önce
sevgili nenesi, sonra kuzenleri…
Üç erkek kardeşin evleri köyde aynı avluya bakardı. Dedelerini hatırlamıyor Aykut.
Nenesi pek bahsetmezdi ondan, sorulunca da duymazdan gelir konuyu değiştirirdi. Bunu
neden yapardı bilinmez. Avlunun kenarında kocaman ceviz ağacı dururdu. Belki yüz yaşında
bu ağaç derdi, neneleri. Okşardı ağacın gövdesini kuru elleriyle. Bir de dut ağacını hatırlıyor
Aykut. Amcalarının ve babasının dut silkeleyişlerini. Ve de o sıcak yaz günlerinde havanın
iyice ağırlaştığı, zamanın durduğu bir saatte ceviz ağacının gölgesine toplaştıklarını, yaşlı
kadının yumuşak sesinden efsunlu masallar dinlediklerini anımsıyor. Masal başladığında
Ayla’nın Osman’ın kıvırcık saçlarını çekmeyi bıraktığı, Hasan’ın Hüseyin’i pataklamaktan
vazgeçtiği, Oktay’la kendisinin sınıftaymış gibi sus pus olduğu geliyor gözlerinin önüne.
Yaşları birbirine yakın bu altı çocuk, çocukluğun en tatlı anlarını burada bu avluda yaşıyorlar.
Nenenin tüm masalları Sarıkız’a dayanıyor. Kaz dağlarının efsanevi Sarıkız’ı onun
dilinde her seferinde ayrı bir macera yaşıyor. Bir gün ecinniler tarafından kaçırılıyor, diğer
gün Kaf Dağı’na yolculuk yapıyor, kâh Hızır çıkıyor karşısına kâh bir derviş, bazen
padişahın oğluna âşık oluyor, bazen Keloğlan’a, Anka kuşu çıkıp geliyor bir yerlerden,
periler, melekler hiç eksik olmuyor ve ormandaki tüm canlılar. Hayal dünyaları dopdolu
oluyor onun masallarıyla, hiç kötü bağlamıyor sonları, çocuklar seviniyor o kadar heyecandan
sonra ve bir gün tüm masallar bitiyor. Kuraklık dayanıyor kapıya, bir kış iki kış geçiyor ve o
son sonbaharda Sarıkız’ın türbesi yanına gömülüyor o mutlu anlar. Neneleri asla bırakmıyor
toprağını, mis gibi kekik kokan dağa karışıyor birkaç sene sonra. Şehir çocukları oluyorlar,
her biri bir yerde. Köy çağırıyor zaman zaman onları düşlerinde. Kimse gitmiyor, gitmek
istemiyor.
‘‘ Nasıl olmuş? ’’ Diye sordu Aykut. Sormaktan çekindiği, cevabını duymak
istemediği bu soruyu fısıldamıştı sanki. Yüzünü çevirmişti Oktay’a. Artık yüzleşmeye hazırım
dercesine.
‘‘ Pek bir şey anlatmadı amcam, ’’ dedi Oktay, durgun bir ses tonuyla. ‘‘ Bir dakika
önce aramış, geliyorum demiş, annem sofrayı hazırlasın. Acele etme demiş, amcam.
Neredeyse varmak üzereymiş. İşte…’’ En küçükleriydi Hüseyin, en sevileni.
Batmakta olan güneşin yarattığı kızıl bulutlara baktı bir süre Aykut. Yeniden orada
olmak istedi.
‘‘ Ne kadar zamansız oldu değil mi? ’’ Diye sordu Oktay.
Cevap vermedi Aykut. İçinden söyledi kendi kendine.
Aslında zamansızdı tüm ayrılıklar…
Bir cevap yazın