Tam karşımda duruyordu. Aradan geçen onca yıla rağmen bir insan hiç mi değişmez? Bu
değişmemişti işte. Aynı yüz, aynı model saçlar ve hafif dişlek yapısından dolayı sürekli aralık duran ve
hep gülüyormuş gibi alaycı görünmesine neden olan o ağız. Değişiklik olarak sadece şakaklarına
düşmüş tek tük aklar vardı, bir de o güzel gözlerinin kenarlarındaki ince çizgiler. Onu uyurken
izlediğim geceler geldi aklıma birden…Uykudaki o dingin ve kimseyi iplemez ifadesi bile aynıydı.
Ayrıldığımız günden beri hep tekrar karşılaşmanın hayalini kurmuştum. Hani alışveriş yaparken
markette, sinemada, yolda ya da ne bileyim ortak bir tanıdığın düğününde falan…Ama asla böyle
soğuk, ruhsuz bir hastane odasının yoğun bakım servisinde değil.
Babam iki gün önce kalp krizi geçirmişti. Hep sevdiklerimizin, özellikle de aile bireylerimizin ölümsüz
olduğu hissine kapılıp bu hissin verdiği güvence ile onlara istediğimiz kadar yüklenir, kapris yaparız ya,
işte yine öyle sorumsuzca davrandığım bir anda babamın yorgun kalbi artık pes etmiş ve yere
yığılmıştı. Şimdi donuk bir film karesi gibi kopuk kopuk hatırladığım, siren seslerinin fon oluşturduğu
ambulansla başlayıp, acil servis ve ameliyathane ile devam eden bir sürecin sonucunda son varış
noktamız bu yoğun bakım ünitesi olmuştu. Hep başkalarının başına geleceğini düşündüğüm felaket
bu kez benim başıma gelmişti. İki gündür babamın uyanmasını bekliyorduk ailece. O sabah kahvaltı
etmek için kantine indiğimde yan masada sürekli ağlayan kız çocuğu ile onu teselli etmek için beylik
cümleleri tekrarlayıp duran kadın başta hiç ilgimi çekmemişti. Hastane kantiniydi burası sonuçta. İki
gün gibi kısa bir süre içinde bile, acılı bir bekleyişin içinde umudunu canlı tutmaya çabalayan
insanların böyle duygusal patlamalarını kanıksamıştım. Yoğun bakım servisinin olduğu kata çıktığımda
onları tekrar gördüm. Koridorda, yüzünde hiçbir duygu ifadesi taşımayan o suratsız doktora hararetle
bir şeyler soruyorlardı. Tam yanlarından geçerken küçük kızın zikrettiği ismi duyunca raptiye batırılmış
gibi zıpladım. Doğru mu duymuştum? Yıllardır içimden söküp atamadığım, her zor anımda sanki bir
duaymış gibi mırıldanarak kendimi rahatlattığım o ismi mi söylemişti hasta adı olarak? Yok canım,
herhalde isim benzerliğiydi. Hatırası hala bu kadar canlı olan birine ağır hasta olmayı
konduramıyordum bir türlü. Yine de koridorun başındaki danışmaya koşturup bu serviste o isimde bir
hasta olup olmadığını sordum. Evet, o isimde bir hasta vardı maalesef. Geçirdiği beyin kanaması
sonucu dün sabah apar topar ameliyata alınmış, şimdi de yoğun bakım servisine yatırılmıştı. Durumu
da pek ümit vaat etmiyordu. Bunu duyunca hızlı bir şekilde hastaların olduğu bölüme yönelip onu
aramaya koyulmuştum.
Ve işte şimdi camlı bölmenin ardından onu izliyordum. Onu böyle hortum ve serumlarla sarmalanmış;
makinelere bağlı halde görmek kabustan farksızdı. Tekrar karşılaşabilmek için ettiğim dualar
geçiyordu aklımdan. “Allah’ım ne olur tekrar göreyim onu” diye az mı yalvarmıştım. Herhalde
dualarımda yine hayırlısını dilemeyi unutup sadece isteğime odaklanmıştım ki Allah da böyle acı bir
karşılaşmayı uygun bulmuştu bana. Ama hayır…Ben ne olursa olsun, asla onun kötülüğünü
istememiştim. Tek dileğim, onun tesadüfen karşıma çıkıp tekrar hayatıma girmesiydi, tıpkı daha önce
bir rastlantılar silsilesi ile hayatıma bodoslama daldığı gibi…Yıllar sonra onunla karşılaşacağım yer
burası olmamalıydı. Tanrım, neler neler sığdırmıştım bu ayrı geçen senelere? Muhteşem bir kariyer,
belki de aklımın bir köşesi hala onda olduğu için hüsranla biten bir evlilik, iki büyük ölüm acısı…Tabii
en önemlisi de; onun için yazdığım, ikimizin hikayesinden izler taşıyan öykülerden oluşan ve bir türlü
ona göndermeye cesaret edemediğim, fakat acaba alıp okuyor mudur diye de hep merak ettiğim bir
sürü kitap…Sınırlı sayıdaki ortak tanıdıktan alıyordum haberlerini. Evlenmişti, bir kızı vardı. Az önce
gördüklerim de onlar olmalıydı. Haberi alınca, o hep çok merak ettiğim kızına ve yerinde olabilmek
için her şeyimi feda etmeye hazır olduğum eşine bile dikkat etmemiştim. Oysa bir zamanlar onu bana
tercih etti diye ne çok kızmıştım. Ama artık ne önemi vardı ki? “Sözün bittiği yer” dedikleri buydu
işte. Yıllardır unutamadığın, bir zamanlar canından bir parça olmuş kişiyi böyle ölümle pençeleşirken
görmek ve elinden hiçbir şey gelmemesinin çaresizliğini yaşamak. Ölümün soğuk nefesi karşısında her
şey anlamını yitiriyordu. Artık ne yıllar önce hiçbir açıklama yapmadan ortadan yok oluşunun bir
önemi vardı, ne de bu yüzden ona olan kırgınlığımın, kızgınlığımın ya da yaşadığım sonsuz ayrılık
acısının…Yıllarca her gördüğüm esmer uzun boylu adamı ona benzetmiş, her geçen kırmızı arabada
acaba o mu diye plakayı görmeye çalışmış, herhangi bir adaşıyla karşılaştığımda bile o ismi telaffuz
ederken içim hop etmişti. Onunla dolu rüyaların toplu gösteriminden dolayı yarım yamalak
uyuduğum gecelerde hep bir gün karşılaşıp ona bu ani ve mazeretsiz gidişinin hesabını sormayı hayal
etmiştim. “Senin yüzünden bütün hayatım alt üst oldu. Madem canıma okuyup gidecektin, niye girdin
hayatıma? Niye birdenbire sırra kadem basıp beni belirsizlikler içinde bıraktın? Bak Allah sana da kız
evlat nasip etmiş, aynısını biri ona yapsa hoşuna gider mi?” diyecektim. Hatta hırsımı almak için
gerekirse yakasına yapışıp küfredecektim. O da özür dileyip pişman olduğunu söyleyerek yeniden
hayatıma dahil oluverecekti. Oysa şimdi sadece “Kalk” demek istiyordum; “Ne olur kalk o yattığın
yataktan, o güzel su yeşili gözlerini açıp bir kerecik bak bana yeter. Tamam, benim olma, başkasını
sev, hayatına onunla devam et. Nefes aldığını, hayatta olduğunu, iyi olduğunu bileyim kafi. Geçmişte
yaptığın her şeyi de affettim. Ölüm denen mutlak gerçeğin olduğu bu fani dünyada onların ne önemi
var ki zaten? Lütfen ölme. İçimde bir yerlerde seni uzaktan da olsa görmek umudu hep olsun. Senin
olmadığın bir dünyada yaşayamam”.
Ve tam da bunları mırıldanırken gördüm ekrandaki zig zagların dümdüz bir çizgiye dönüştüğünü. Bağlı
olduğu makinenin bir saattir kesik kesik öterek düşüncelerime ritim kazandıran sesi kesintisiz ve
kulağı sağır eden bir gürültü halini alıverdi. Odaya doluşan doktorlar, tekrar tekrar denenen
elektroşok cihazının gümbürtüsü, birden yanımda bitiveren eşiyle kızının ağlamaları ve yıllardır
hasretini çektiğim o güzel yüzüne örtülen beyaz örtüyle yapılan final…40 yıllık ömrümün anlatılmaya
değer yegane hikayesinin baş kahramanı yoktu artık. Ne tuhaf bir tesadüftür ki babamın uyandığı
haberini de aynı saniyelerde getirdi kardeşim. Allah’ın terazisinde yaşam-ölüm bu kez böyle
dengelenmiş; bir sevdiğim elimden tamamen alınırken diğeri bana bağışlanmıştı. Ve ölümsüz aşkımı
ilelebet benden alırken, şu ölümlü dünyada onu son bir kez dünya gözüyle görüp kendi kendime de
olsa vedalaşmayı bana nasip etmişti. Acı bir sonla biten bu kötü tesadüfün tek tesellisi de buydu
sanırım.
Haziran 2015
Bir cevap yazın