Küçük bir çocukken bana hata yapmanın çok kötü bir şey olduğunu çehremdeki morluklarla öğretmişlerdi. Mükemmel olmak zorundaydım. Hep daha azıyla yetinmeli ancak hep daha çoğunu vermeliydim. Ancak bu mükemmeliyet isteği kusursuz bir cinayetten öteye gidememişti. Arkada koca bir delil olarak ben kalmıştım. Şüphesiz ki kimse beni dinlemek istemeyecek, anlatıcaklarımla ilgilenmeyecekti. Büyüdükçe gök yüzümün küçüldüğünü düşündüm hep. Bu şehire öfkeliydim, bu eve bu insanlara ve en çokta kendime. Kendinizi hiç bir dünyevi gerçekliğe ait hissetmediğiniz olduysa eğer bunun ne kadar çarpıcı olduğunu bilirsiniz. Zaman geçtikçe gök yüzüm daha fazla küçüldü ve artık gök yüzündeki o Tanrı giderek kayboldu. Bende yıldızlara inandım, gördüğüm şeylere dileklerimi sundum. Göremediklerime öfkem çoktu. Bir kalıp olucaksa eğer ben o kalıplara sığamazdım. Bunu denemiştim. Ancak üzerimde işlenen mükemmeliyetin cinayeti, beni baskıların yıldırmadığı o tek nokta haline getirdi. Beni bir çiçek gibi büyüttüler, her geçen gün dikenlerimi kestiler. Elleri dikenlerime değdikçe bana dokunmaktan korktular. Önce daha az su verdiler köklerime. Sonra ben kuruyana kadar beni çocukluğun güneşinden sakındırdılar. Lakin ben yaşamama yetecek şeyin onlarda olmadığını biliyordum. Kuyular açtım kendime. Bu kuyularda benliğimi buldum. Ve artık koca bir orman var solumda. Her bir ağacın yapayalnız kaldığı, zamanın donup, bazense hızlıca akıp başımı döndürdüğü… Hayaller istekleri doğururdu , isteklerse hayalleri. Benim tek hayalim artık boğazımdaki, o ciğerlerime kadar inen düğümün çözülmesiydi. Rahatca nefes almak istiyordum, acı çekmeden özgür olmak ve özgür olmadan gitmek istemiyordum. Eğer insanlar kafalarındaki o düşünceleri söküp çıkarabilseydi, belki bana yardım ederlerdi. Ancak görmediler. Konu acıyı görmek olunca hepsi körleşti, konu yalanı duymak olunca hepsi sağırlaştı ve konu gerçeği söylemek olunca hepsi dilsizleşti. En çok da buna kızıyordum. Bu çatı altında her geçen gün daha fazla şiddet görüyordum. Üstelik dokuz yaşındaydım. Ve burada dokuz yaşında hiç bir çocuğa konuşma hakkı vermezlerdi. Gördüğüm acımasızlığın ve baskının sona ermesi için büyümeyi dilerdim her gün. Benim gücüm yetmiyordu. Kollarım kısaydı,bacaklarım sıskaydı ve çığlığım zayıftı. Tüm bunlarla yaşamım boyu mücadele edeceğim düşüncesi kişiliğimin duvarlarını dayanıksız bir şekilde örüyordu. Ne olacağımı bilmiyordum. Bu kapıdan çıkınca ne yapacağımı ve iç dünyanın kabuklarını kırıp nasıl gerçek benliğimi oturtacağım hakkında bir fikrim yoktu. Bunları hak ediyor muydum? Ya da bana karşı olan sevgisizliğini, benden duyduğu nefretini yüzüme haykırmasını hak ediyor muydum? Bunun hakkında hiç bir düşüncem yok aslında. Kimseyede kızmıyorum artık. Bir şeylerin değişebilmesini isteseydim, doğduğum anda koşmayı bilmek, büyüdüğüm vakit ise giderek hapsolacağım bu hissiz kuyunun daha başındayken kaçmak isterdim. Tüm bu olanlar için bana seçme hakkı tanınmamıştı. Dünya benim için güzel bir yer olmadı hiç. Nasıl baktıysam öyle gördüm. Siyahtı. Bütün renkler soluktu ve ben ölmeyi yaşamaktan daha çok istiyordum. Umudun var mıydı dıye sorarsanız eğer, vardı. Ancak umut öyle bir illüzyondu ki en karanlık zamanlarda sana sadece gerçeklik kalırdı. Acımasızlıkla yüzleşmek, korkuyla büyümek sanki koca bir yırtık açmıştı içime. Herkesin ve her şeyin bana zarar vereceğini düşünüyordum. Çünkü güven en çok aileye duyulandı. Aileye duyulan güven yıkıldığında altında parçalanan hayat kalırdı. Şimdi tüm bunlardan uzaktayım. Bir evde tek başıma acı bir kahvenin çaprazımda olduğu o masada sadece yazıyorum. Kalem bir panzehir oluyor, beni zehirden kurtarıyor ancak kaçınılmaz ki geçmişin o ince matemi hala kağıt kesiği gibi canımı yakıyor. Her şey belirsiz bir çizgi. Dizlerimi yaraladığım için sağ bacağıma vurulan odun darbeleri, ayak bileğim,ellerim ve ensemdeki bıçak izi artık yavaşça siliniyor.
Çocukluk kinin olmadığı bir saltanattır. Çocuk büyür, artık çocuk olmaktan çıkar ve geriye kuru bir soğuk gibi öfke kalır. Kimsenin kimseye zarar vermediği, hiç bir çocuğun ölmediği, çocukların basit bir sevgi ile mutlu olmasına rağmen, sevgisizliğin verilmediği bir Dünya olmalıydı. Tüm olasılıklar zihnimde sıralanıyor ve söyleyebilirim ki herkes benim kadar şanslı değildi. Kapalı kapılar ardında işlenen baskı,kötülük ve öfke yerini zarara bırakıcaktır. Herkesin önünde bir çıkış yolu olmayabilir. Herkes karanlığın tünelini parmaklarıyla kazacak kadar cesur olmayabilir. Kuşkusuz ki hata yapmak mükemmeliyeti doğurur. Ve mükemmeliyetin doğduğu o noktada kimse masum kalmayacaktır. Bir çocuk acı çekerse bir hayat limandan ayrılır. Bir hayat limandan ayrıldığındaysa, tüm bu deniz yas tutacaktır.
Her yıl şiddet yüzünden 42 çocuk ölmekte,52 çocuk yaralanmakta, 107 çocuk ise taciz ve tecavüze uğramaktadır.
Bir cevap yazın