Uzun zamandır süpürge sesi kesilmemişti. İnsan neyi bu kadar çok süpürebilir? Bir halı, ne kadar çok toz, tozların yapıştığı ayaklar, ayaklara binmiş vücutlar taşıyabilir? Nereden gelir bu kadar toz?
Bu kir, nerede oluşmuştur? Sonra, nasıl bu kadar birikebilmiştir? Bu kadın, bu halının bu köşesine dersini yeterince vermemiş midir? Belki kadın bir gün demiştir: ‘’Bugün sizi yok ediyorum ama yarın yine gelip çökeceksiniz. Öyleyse neden bu kadar uğraşıyorum?’’ diye. Yok, dememiştir. Birincisi, ‘öyleyse’ kelimesi o kadının cümlesine pek eğreti durdu. İkincisi, öyle dediyse eğer, bayağı bir küsmüştür hayata: Eh, öleceksek ne demeye yaşıyoruz? Evliliği sürmez bu şekilde. Ama çocukları var. Daha çok küçükler. Yine de şeytan diyordur bazen:
-Al çocukları da git babanın evine!
Yok, şeytan öyle şeyler söylemez ona. Birincisi, babasının evinde de halı süpürmeyecek midir ki? İkincisi, şeytanı hep büyük büyük adamları dürter diye düşünür. Bir ev hanımına olsa olsa kötü huylu bir cin musallat olabilir.
Kadın düşünmüş müdür; kimdir bu büyük büyük adamlar diye? Holding patronları dizilerdeki gibi midir mesela? O dizilerde de halı süpüren kadınlar vardır. Oyuncudur o da, değil mi ya! Repliği azdır belki ama yine bir ekibe dahildir. O olmasa tüm işler aksar. Demez mi ki evin hanımı:
-Bir Halide Hanım olsa da şu şarap lekelerini bizim şu canım İran halımızdan çitileye çitileye çıkartsa…
diye. Küçük bey, antika bir vazoyu topuyla devirip tuz buz edince,
-Halide teyze, anneme söyleme ha!
diye tembihlemez mi?
Süslü itleri Nico, Halide Hanım’ın gözünün içine baka baka gelip de antrenin orta yerine sıçıp kaçmaz mı? Kaçmaz tabii, sıçmaz tabii, bakmaz tabii. Halide Hanım yok ki gözleri olsun.
O gözler, ne beyinin aklını başından almıştır ne güzel şeylere tanık olmuştur. Çok şükür, çok şükür, nur topu gibi çocuklar doğurmuştur Halide Hanım. Onların süt- kan- yaş kokulu çipil çipil gözlerini seyretmiştir. Bebelerinin ağzına doldurduğu etli memesinden kendini yedirirken o gözler dolmuştur. Ama başka şeylerden de dolmuştur. Birincisi umuttan, ikincisi umutsuzluktan.
Bir gün kapıları teker teker kapatıp gidecekti. Çünkü tüm kapılarını açmıştı size. Pencerelerini… Açmadı mı? Saksılarındaki tohumları çaldınız. Küstü size. Önce bırakacaktınız aynada bir kendine baksın. Yanağına allık sürsün, meme uçları kabarınca sırtı kamburlaşmasın, kaşını alsın, oyuncak bebeklerinin saç örgülerinden yapsın kendine. Sonra isterse bırakacaktınız; üniversiteli bir kızcağızın ona verdiği eski fotoğraf makinesini kullanıp otu, böceği, toprağı, ağacı, insanı çeksin. Kadrajındaki adamı görsün: O adamı, ‘o adam’ yapan gözü, kirpiği, dudağı yakalasın, gecelerce yastığının altında, kalbi başında tatlı tatlı zonklayarak saklasın. Sonra bir gün kapıları teker teker kapatıp çıkacaktı o evden. O adama, ‘benimle gel’ diyebilecekti. Su kenarlarında lacivert uykulara dalacak, sabahın ılık, coşkun turunculuğunda üniversiteye koşacak ve o adama hoşça kal diyecekti belki. Kolları kitaplarla dolu, dağınık ve güçlü ve savruk ve mutlu, ayakları çıplak yaşayacaktı. Yine de isterse topuklu ayakkabı giyip kızınca ayağını vurdu muydu topuğunu kıracaktı en azından. Belki nesneleri kırıp atmak çok zor olmayacaktı o zaman. Şekerdenliğin düşüp kırılmasına günlerce üzülmeyecekti. İlk önce tüm düğümleri çözecekti; en iyisi mi ayakkabı bağlarını toptan çıkarıp camdan fırlatmak… Asıl en başta bu bağ olmayacaktı. Bağlar sıkıyken acıtır, gevşekken düşürür. Elini- kolunu her an bir ağacı, bir çocuğu, bir kediyi kucaklayacak gibi sallayarak gevşek, laubali, fütursuz yürüyecekti. Varsın böyle düşsündü! Ne olacak yani; bağdaş kurup karıncaları izlerdi. Kırılan şekerdenlikteki her şeker zerresini çabucak toplamaya kalkmayacak sadece bu enfes karınca sürüsünü hayranlıkla izleyecekti. Nasıl da birlikteydiler.
Sonra bir gün rafında duran eski fotoğraf makinesine bakarak o iyi kalpli üniversiteli kızı anıp sete, filmini çekmeye gidecekti. Üç- iki- bir motor denecek ve salon sahnesine elinde süpürgesiyle bir Halide Hanım girecek. Evin hanımı şarap dökecek, Halide Hanım çitileyecek, küçük bey bir vazo kıracak Halide hanım hemen parçaları toplayacak, ardından koşa koşa bir köpek gelip Halide Hanım’ın gözünün içine baka baka tam halının üzerine sıçacak, Halide Hanım koşacak peşinden, çıkacak sahneden. Alkış efekti… Yaz boyu sürecek bir komedi dizisi olacak böylece.
Hapşırdı. Nereden gelmişti bu kadar toz? Oysa uzun zamandır aynı halının aynı köşesini süpürüyordu.
TOZ -Gizem Pınar Karaboğa
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
En Çok Okunanlar
DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN
41 views
LEMURYA GÖREVİ-BİLHAN AKKAYA
38 views
KOYUN-SİBEL ERGEÇ
30 views
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
Bir cevap yazın