Bu sabah diğer sabahlara nazaran öğlen değil de sabaha daha yakın bir
sabahta uyandım. Yine gerçek yaşamla rüyalarım arasındaki çizgi
silikleşmeye başlıyordu. Uyanmamaya çalıştım. Rüya görmeye devam
edebilmek için karmaşık hayaller kurdum. Ama kurduğum hayaller de
rüyalarım gibi gerçek dünyayla bağlantıların temsillerini içeriyordu.
Gerçeklikten rüyalarımda bile kurtulamıyordum. Benim yaşadığım bu
çekişmeye yatak keyfi veya şekerleme diyorlar. İnsanlar sevmediği ama
kabullenmeye mecbur olduğu her şeye daha merhametli bir kılıf uydurur
zaten. Kocaman bir göte popo demek gibi.
Böylece yarım saat çabaladıktan sonra yine yoruldum. Daha fazla
dayanamadım ve gerçek dünyaya boyun eğdim. Sabrım kalmadığı için
acısız olsun diye aniden yataktan çıktım. Durup ayılmak ve her sabah
defalarca, yeniden döndüğüm bu yeri algılamaya çalışmak uzun zahmetli
ve yıpratan bir işti. Algılanacak da neyi vardı ki. Aynıydı. Bu yüzden
derhal çarşaflarımı topladım ve evet, uyandım işte. Çay koydum. Yüzümü
yıkadım. Ağzımı çalkaladım. Evet, bilinen bir zamanın bir sabahını
yine yaşadım. Başka yerlerde haberdar bile olmadığım şeylerle
paylaşacağım şeye döndüm yine. Kahvaltımı öyle hızlı hazırladım ki
hatırlamıyorum. Yumurta ne zaman pişti, kaşar hangi ara eridi de tost
makinesine yapıştı? O salatalıkları doğrayan ben miydim?
Kahvaltı ederken bir film açtım. İçerisinden sürekli ağır müzikler
çıkan savaş içinde aşklar, parçalanmış hayatlar olan bir filmdi.
Filmin sonunda kadın tepeden tırnağa yanmış olan adama, adam bütün
tüpleri güç bela önüne itince aşırı dozda morfin veriyordu. Onu nasıl
seviyordu? İzlediklerimin karşısında sevdiklerimi düşündüm. Herhalde
hepsi beni ancak yaşatacak kadar seviyorlardı ya da iyi bir yaşam
verecek kadar. Sakat veya hastalıklı değildim. Elim ayağım tutuyordu.
Bunlar yaşamak için geçerli sebeplerdi tabi. Sanırım kimse beni
öldürecek kadar sevmiyordu. Elbette anlamıyordu da. O adamı, uğruna
her şeyi feda ettiği sevgilisinden çok ona morfin vermeyi sessizce
ağlayarak kabul eden kadın anlamıştır. Adam yatağa bağlıydı. Kadın
yaşama. Ama ikisi de öyle özgür ruhluydu ki. Çünkü Yaşamın kutsallığı
ölüme karşı umutsuzsuzca yaratılan tüm kavramlardan biridir. İyi
niyetle yaptığımız bir puta taparız yani. Ama o kadın bunu bile
reddediyordu. Birini öyle iyi anlamıştı ki onu öldürüyordu.
Bahçeye gittim. Toprağı çöp dolu apartman bahçesinde kendini
gerçekleştirmeye çabalayan biberlerim vardı. Artık solmak üzereydiler.
Dayanamıyorlardı. Toprakları besinsiz ve nemden yoksundu. Ona ne kadar
su verilirse verilsin hepsini kendine saklıyordu. Biberleri bu dertten
kurtarmaya karar verdim. Onları anlıyor muydum? Acaba biberlerim bir
varoluş kaygısı yaşıyor muydu? Davranışlarından da bunlarla ilgili
bir şey çıkaramıyordum. Anlamıyordum. Çöp dolu bir toprak
içindeydiler. Etrafları kupkuruydu. Su için benim gibi birinin
merhametime sığınmaktan başka çareleri de yoktu. Ama bunu sorun
etmiyorlardı, bana güvenmeyi seçiyorlardı sanki. Ölmek istemiyorlardı.
Ben her sabah güzel bir rüyadan yeni ve aydınlık bir kabusa uyanırken,
onlar bodur ve çelimsiz olmalarına rağmen çiçek döküyor, ikramlık da
olsa biber veriyorlardı. Hiçliğin o güzelim, kaygısız akışına öyle
tutunmuşlardı ki. Onları bundan ayırır mıydım bilmyiordum.
Daha evvelden salyangozların gazabından kurtarmaya çalıştığım
lahanaların kuruduğu saksılardaki toprakları yere döktüm. Ellerimle
hepsini ufaladım. Elime sürekli naylon parçaları, pil, çivi boncuk ve
izmarit geliyordu. Bir saksıyı dolduracak kadar bile temiz toprağım
yoktu. Yeryüzünde o an, o saniyede, elimle kavramış olduğum ufacık
bir kara parçasının bile içine sıçmışlardı. Temizlediğim toprağa
paketlenmiş nemli ve humuslu topraktan ekledim. Paketlenmiş toprak,
saksılara tıkılmış çieçkler, şişelenmiş su…
Yavaşça köklerinden söktüm onları ve yeni kaderlerini tayin ettim. Ben
kimdim ki bir biberin kaderini tayin edecek? Onları humuslu toprağa
ekip, daha çok biberli sabahlara gebe kılacak? Ona daha iyi ve güzel
veya değil. Ama güzel olacağını umut edecekleri bir yaşam vaad edecek.
ONLARA BİR YAŞAM VAAD EDECEK. Veya onları kök saldıkları akıştan
koparacak. Yaşamın kutsallığı da bir tabuydu. Bunu ben icat etmiştim.
Yaşamdan kaçıyordum da. Uyuyordum. Bir biber gibi veya o güzelim
hiçlikte bir nokta bile olmamak için neler vermezdim mesela. Ama yine
de onları saksılara ektim. Biberleri kendi çabalayan haline de
bırakabilirdim. Sadece sökebilirdim de. Ona ne yaparsam yapayım biber
bunları hiç bilmezdi. Ama ben kahvaltıda biber yemeyi seviyorum işte.
Bir cevap yazın