Yoksul bir hal içinde sürünen Sabiha Hanım doğum sancıları çekiyordu. Ali Bey ise bir hafta önce otomobil kazasında ölmüştü. Fakat ölmeden önce Sabiha Hanım’a söylemişti. ‘’Hanım, doğacak olan bu ikiz çocuklarımızın ismini ben koyacağım. Biri Ekrem olsun, biri Mekrem..’’
O gece Sabiha Hanım için zor bir doğumdu ama ikizlerini sağ salim dünyaya getirmeyi başarmıştı. Oğullarına baktı. Minnacık, küçücük, masumcuk! Tebessüm etti. ‘’Babanızın isteğiydi’’ dedi. ‘’Senin adın Ekrem, senin ki ise Mekrem olsun.’’
Kulaklarına ezan okudu. ‘’Allah gönüllerinize iyi bir amel versin. Sizi doğru yoldan ayırmasın’’ diye dua etti.
Ekrem ile Mekrem yavaş yavaş büyüyorlardı. Anne Sabiha Hanım onlara hem analık hem de babalık yaptı. Onları okul çağına getirdi. Fakat ne yazık ki Sabiha Ananın yüreği çektiği çilelere dayanamadı. Verem oldu. Kısa bir süre sonra da bu hastalıktan öldü.
Bu yetim ikizlere dayısı bakmaya başladı. Onlara elinden geldiğince yardım etmeye çalıştı. Okul masraflarından başlayarak gerekli olan her şeylerine el attı. Hiç bir şeylerini eksik etmemeye özen gösterdi. Fakat bu ikiz kardeş de bir farklılık söz konusuydu.
Ekrem atılgan, konuşkan, girişimci, Mekrem ise suskun, sessiz ve sakin idi. Ekrem okulun en yaramazıyken, Mekrem en utangaç ve çekimseriydi.
Ekrem ile Mekrem gün geçtikçe gelişiyor, büyüyorlardı. Yetişkin iki gençtiler artık. Fakat hal ve hareketlerinde hiçbir değişme yoktu. Ekrem yine aynı Ekrem, Mekrem yine aynı Mekrem..
Artık olaylar hat safhaya ulaşmıştı. Ekrem yaptığı haylazlıklar sonrasında okulun en saygın ve korkulan kişisi, Mekrem ise sessizliği sebebiyle bir hiçi andırıyordu. Okul arkadaşları Mekrem ile alay ediyor ve ona sitem ediyorlardı. ‘’Ekrem ile aranızda dağlar kadar fark var. O güçlü, işlerin hakkından gelen delikanlı biri, sen ise süt çocuğusun’’ diyorlardı.
Günler geçtikçe Ekrem de ikiz kardeşiyle alay etmeye başladı. ‘’Mekrem, biraz bana çek. Şeytan ol da böyle melek olma. Sen halen anlamadın sanırım. Bu devirde melek gibi davrananlara adam demezler, ‘’süt kuzusu’’ derler.’’ Mekrem söylenilenlere pek kulak asmıyor, aldırmıyor, bir köşeye çekilip öylece hayal kuruyor, hayallere dalıyordu.
Fakat arkadaşları tarafından o kadar alay konusu oluyordu ki, Ekrem bunlara dayanamayıp her defasında nasihat içerikli sözlerle onu değiştirmeye çalışıyordu. Elini omzuna atıp konuşuyordu. ‘’Yüz defa söyledim sana. Kur şu saflıktan. Kendini topluma ver, Sessiz sakin ve utangaç tavırlardan kurtul. Sana kendi prensibimi söylüyorum bunu denemeye çalış. Prensibim şu: Kurtlarla arkadaşlık gerekir. Yani cin gibi adamlarla. Onlardan çok şey öğrenirsin. Kendini onlara alıştır. Bunları sakın aklından çıkarma!’’
Mekrem’in gözleri doluyor kendince mırıldanıyordu. ‘’ Ben ne yapabilirim ki? İçimdeki süt kuzusu yüreğime canavarlaş diyemem ki? Böyleyim işte. Utangacım, insan içine çıkmaktan korkuyorum. Ben böyle olmayı ister miyim hiç? Ama elimden ne gelir bilmiyorum’’
Günler aylar yıllar geçti. Ekrem mühendis olmuş ve kendisine bir atölye kurup evlenmişti. Mekremse her zamanki meczup haliyle tıp okuyor lakin başarılı olamıyor fakat yılmıyordu.
Mekrem okul arkadaşlarının alaylarında kurtulmuş olsa da dış çevrenin serzenişlerinden kurtulamamıştı. Erkemi hemen hemen herkes tanıyordu. İşi, evi, ailesi, parası vardı. Mekremin hiçbir şey yoktu. Onu tanıyan kimseler ona parmak uzatıp ‘’Keşke az bir şeyin Mekreme benzese’’ diyorlardı.
Neymiş? Mekrem, dar pantolon giyen ve göğüsleri dışarı hoplayan kızlara bakmazmış, gönül eğlendirmezmiş.
Mekrem öyle biri değildi. Fakat üzerinde dolaşan bu kara bulutları dağıtması gerekti. İşi, geleceği, arkadaşı, dostu, hiç kimsesi yoktu. Ekrem ise onu ne arıyor ne soruyordu. Mesleğinden kazandığı para ile gül gibi geçinip gidiyordu.
Mekrem didindi. Mekrem çalıştı. Mekrem yılmadı. Nihayetinde hep hayalini kurduğu mesleğe ulaştı. Ünlü bir doktor oldu. Kimse bu çıkışı Mekrem’den beklemiyordu. Mekrem artık gözü pek, kendine güvenen, özgüvenli bir yiğitti. Para kazanıyor, maddi yönden refaha ulaşıyordu. Ülke çapında yavaş yavaş tanınmaya başlayan bu ünlü Doktor Mekrem istediği hayata otuz iki yaşında kavuşmuştu. Önceleri hiç sayılan, utangaç, sessiz, sakin ve çelimsiz genç Mekrem, dönemin ünlü doktorları arasına girmişti. Artık herkes onun peşindeydi.
Fakat o yıllarda üzücü bir olay gerçekleşti.
Erkemin bacağı, atölyede asansörün arasına sıkışmıştı. Oradan hemen eve taşımışlar. Sonrasında onu teşhise gelen doktorlar ikinci bir acı teşhis attılar ortaya. Ekrem, annesinin yakalandığı hastalığa yakalanmıştı. Verem annesinde genetik olarak bulaşmıştı Erkeme. Üstelik bacağı artık iş görmez bir hale gelmişti.
Mekrem acı haberi duydu. Yüreği ağladı. Eski günleri unuttu. Onu alıp kendisinin kurmuş olduğu hastaneye götürdü. Veremi ilerlemeden yok etmeyi başardı. Fakat bacak için yapılacak bir şey yoktu. O kullanılması mümkün olmayan bacak, kangren olmasın diye kesilmeliydi. Bu olay sonrasında Erkemle sırf parası için evlenen karısı onu terk etti. Ekrem, parası pulu, gücü kudreti, haylazlığı ve sahte kahramanlıklarıyla beraber bacağını da kaybetmişti. Artık oda Mekremin eski günlerdeki yaşantıyı yaşayacaktı. Sessiz, sakin ve yalnız. Kahrolarak, üzülerek, acı çekerek ..
Öncesinde onun peşinden koşanlar şimdi onu yalnız bırakıp Mekremin peşinden koşuyorlardı. Ekrem bakıma muhtaç kalmıştı. Mekrem onu yalnız bırakmadı. Haline acıdı. Bir kardeşe düşeni yaptı. Yaptığı bütün haylazlıkları, alayları ve kötülükleri unuttu. Ona baktıkça gözlerinden yaş aktı pınar pınar..
Ekrem konuşmuyor, susuyordu. Mekrem elini omzuna attı. Bunu bir zamanlar Ekrem ona yapmıştı. ‘’Sen benim ikiz kardeşimsin’’ dedi. ‘’Seni canımdan bir parça bilirim. Fakat kendini bu hale sen getirdin. Kibirlendin, büyüklendin, yanındaki dalkavukları kendine dost sandın. Paran bitince ve bu hale düşünce senin peşini bıraktılar şimdi benim peşimden koşuyorlar. Senin bana eskilerde söylediğin prensibin yarımdı kardeşim. ‘’Kurtlarla arkadaşlık yapmak gerekir’’ demiştin bana. ‘’Kurtlarla arkadaşlık yapmak gerekir ama yanında her zaman keskin bıçak bulundurmak şartıyla. Çünkü ne zaman çakallığa terfi edecekleri belli olmaz.’’ Senin prensibin yarımdı kardeşim..
Mekrem doktorluktan kazandığı paralarla Erkeme sakin bir yerde güzel görünümlü bir ev satın aldı. Kendisini iyi hissetmesi ve başına gelenleri unutup yeni bir hayata başlaması için elinden geleni yapıyordu. Bacağına protez bacak taktırdı. Artık yürüyebiliyordu. Onu masa başında bir işe koydu. Evin içine de hizmetini görecek hizmetçiler tuttu ve ayrıldı.
Bir anda ortadan kayboluşuna kimse anlam veremedi. Herkes Mekremi arar olmuştu. Mekrem büyük adamdı. Mekrem zengin adamdı. Mekrem delikanlı adamdı. Hep doğru düşünceleri sahipti. İnsanlara güven olmadığını, çoğunun menfaat ve çıkar peşinde olduğunu, arkadaşlığın, dostluğun hatta sevginin bir yalandan ibaret olduğunu baştan beri biliyordu.
Aradan yıllar geçti. Ortalığa bir söylenti yayıldı. Mekrem; Gök dere köyündeki dağın ardında bir iki defa görülmüş. Tanıyan tanımayan herkes onu dağın ardında aramaya çıktı. Lakin Mekremden ne bir iz görüldü ne de bir haber duyuldu. İsimsiz olan bu dağa o günden sonra ‘’Mekrem Dağı’’ adı verildi.
O günden sonra Mekrem ne görüldü ne duyuldu..
Bir cevap yazın