Yine bir akşamüstü hüznü kaplıyor kalabalıktan yeni ayrıldığım ve gün boyu eğlendiğim bir mekandan çıkıp köşeyi döndüğüm zaman. Bastırdığım duygularım kabuğunu kırıp yumurtasından çıkıyor. Yeni doğan bir vampir gibi kontrolsüz bir güç oluyor bir anda. Aşk-nefret iyi-kötü türünden ikilemlerle kafamı kurcalayan düşüncelerden sıyrılamayacakmışım gibi bir hisse kapılıyorum bazen.
Kafamı kaldırıp etrafıma baktığımda gözüme karşı kaldırımda elinde iki ekmek ve market poşetleriyle yürüyen memur olduğu ilk bakışta anlaşılan biri çarpıyor. Bir şeyi elde etmek için sürekli kredi alıp ömrünü borç ödeyerek geçirmekte olduğunu düşündüğüm orta yaşlı saçları ortadan dökülmeye başlayan birisi. Yürümeye devam ederken trafiğin arttığını fark ediyorum. Keşke benim de arabam olsaydı. Trafikte kırmızı ışıkta geçip veya diğer araçlara çarpıp kendim de dahil olmak üzere insanların can ve mal güvenliğini tehlikeye atmamak için dikkatli olmam gerekirdi. Belki o zaman bu boğucu düşünceyle uğraşmaz dikkatimi trafiğe verirdim.
Sonraki güne ertelediğim hayatımı bir önceki günden farklı kılan bir şeyin olmaması canımı sıkmaya başladığında hayata duyduğum öfkenin bir doz fazlası tesir gösteriyor damarlarımda bu akşamüstüleri. Boş bir günün ardından bir sonraki durağa erteliyorum yine hayalini her saat başı kurduğum gelecek adına ki planlarımı. Oysa planlı yaşamadığım gerçeğini kendime hatırlatıp kendimi kandırma çabamı yadırgıyorum yine. Yağmurla birlikte düşünürken bunları ister istemez adımlarımın ağırlaştığını, çevremdekilerin rahmete basmamak için uğraştığı çabayı izliyorum. İki kişilik şemsiyesi olanlara bakıp neden tek kişi kullandığını merak ediyor çok da umursamıyorum.
Eve gitmekten vazgeçip sahilde dolanmanın güzel olacağına inandırıyorum kendimi. Biraz Nazım’dan biraz İlhan’dan biraz da Süreyya’dan bahsediyorum. Benle hiç konuşmamıştır şimdiye değin ama mimiklerinden sevdiğini anlıyorum.
Artık eve dönüş vakti. Zaten güneşte iyice battı. Sonumuz kuşkusuz dört duvar.
Yarın güzel olacak…
Bir cevap yazın