Bulutluydu hava,
Çiseli yağmurlar sarmıştı etrafımı.
Alacakaranlıktı yürüdüğüm yollar.
Gecenin sabaha devrettiği saatlerdi. Billur gibi bir ses,
Yolun sonundaki beyaz evden geliyordu.
Geliyordu, ya da gelmesi gerekiyordu.
Yollarımda dikenler olsa da o sesin geldiği istikamete gittim.
Gittim ve delicesine merak ediyordum o sesi.
Ses; sessiz sedasız çağırıyordu beni.
Gittim, gitmeliydim, gidecektim.
Gittim. Öyle olmalıydı.
O sesin sahibine ulaşmam gerekiyordu.
Sokaklar o sesi sessizliğin içine gömmüşçesine tenhaydı.
Gece nöbetindeki askerler bile görünmüyorlardı.
Bulutlar alacakaranlığa inat, kör ediyordu sabahı.
Arada şimşeklerin o haşin uğultuları yayılıyordu etrafa.
Yürüyordum, beni rüyalarımdan sıyırıp alan
O fevkalade sese!
Yürüdüğüm yollar uzadı sanki.
İçimdeki handikaplar teker teker bırakıyordu peşimi.
Pişmanlıklarım istem dışı artıyordu giderek.
Sebepsizce, ya da sebebi, sebepsizliğimdi.
O ses, huzurdu! Huzurumdu! Huzursuzluğumdu!
Binlerce iğne saplanmış gibiydi titreyen bedenim.
Bir anda aşığı olmuştum.
O mucizevî ses beni benden almıştı.
Bugün sanki daha bir sessizdi sokaklar…
Ağlayanlar, inleyenler, bağıranlar yoktu hiç.
Kulaklarımda bir çığ gibi büyüyen o ulvi ses olmasa,
Mezarlıkta yatıyor da ruhum geziyor sanacaktım.
O sese hayranlığım katmerleşmişti yürüdüğüm yol kadar…
Silahsızdım, ama korkmuyordum nedense?
Sokaklar benim değildi oysa.
Ama benimdi!
Asker arkadaşlarım niye uyanmamıştı ki,
Huzur dolu bu sese?
Bir ben mi vurulmuştum, vurulmalıydım.
Hakikat; hakikatimi görmemdi.
Hakikatlerimi reddederek yürümemdi.
Hakikat; yolun sonundaki beyaz eve giden
Mesafenin uzamasıydı.
O sesi duydukça, hakikat; hakikatlerimi hakikatlerle takas etmemdi.
Belimde silahım yoktu, ama huzurluydum.
Adımlarım sıklaştıkça, yağmur çoğaldı.
Çukurlar suyla doldukça, kalbimdeki yaralar kapandı.
Ben iyileştikçe, mesafeler kısaldı.
Yolun sonu göründükçe, ses yakınlaştı.
Yakınlaştı,
Yaklaştı…
Sesin sahibini pencereden izledikçe, korkularım arttı.
Artan korkularım, pişmanlıklarımı anımsattı.
Kapıyı çaldım, O açtı.
O kadar güzel bir yüzü vardı ki!
Bu güzel yüz ve gülümseyen dudakları,
Sesi kadar âşık etmişti kendine.
Elimi uzattım, salâvatlaştı.
Selam verdim, selamımı aldı.
Pencereden hayranlıkla izlediğim mekânı işaret etti.
Girdim. Girmeliydim, girecektim.
Öyle olmalıydı.
Rahledeki açık bırakılmış kitabı işaret ettim,
Sustu…
O sustukça heyecanım coştu.
Şimdiye kadar hiç bu kadar davetkâr ağırlandığımı hatırlamıyordum.
Zaten ne için yaşadığım bile bir muammaydı şuurumda!
Tek bildiğim “iz” zorbalıkla baş olmaktı!
Oysa O; sanki kendi milletinden birini çağırır gibi çağırdı beni.
Önce o ses, sonra buyur ettiği mekânı.
Ne güzelde kokuyordu bu keyifli mekân!
Uzun bembeyaz sakallarıyla durmadan gülümsüyordu.
O’nun gözlerine baktıkça, gözlerim utandı.
Mekânına basan ayaklarım utandı.
Kadife tenine dokunan ellerim utandı.
Coşkun denizler gibiydi gözlerim.
Pişmanlık ateşinde yanan yüreğim utandı.
O an tıpkı; gecenin kör karanlığında,
Aniden açılan ışıkla algılayamazsın ya etrafındaki objeleri;
Ve sonradan ağarınca gözlerindeki her cisim,
İşte böyle heyecan verici bir duyguya kapıldım.
Beni tanıyordu, ismimle hitap ediyordu bana.
“ugud” (otur) diye seslendi.
Dilini biliyordum.
Sonra yeniden o nurani çehre gülümsemesiyle aydınlandı.
Ben de ani bir edayla tebessüm ettim.
Rahlenin önüne oturup, o ulvi sesiyle okumaya başladı.
Henüz kurumamış göz pınarlarım akmaya başlamıştı.
Huzurluydum…
Şahadet eden dilim, tövbe de ediyordu.
Ben tövbe ettikçe,
Askeri kıyafetimdeki rütbem söküldü.
Başımdaki kasketim önüme düştü.
Kıyafetlerim yok oldukça yenisi geldi.
Beyaz bir entariye sarıldı vücudum.
Sabahın ilk ışıkları pencereden içeriye sızarken
Etrafımdaki nesneler kayboldu.
O ses; silindi bir anda,
Sahibinin ardında.
Meğer kudüsün içine kadar davet edilmişim.
Bu lütuf bana nasip olacakmış.
Olmalıymış, belki de!
Kim bilir?
Ve yere kapaklandım boylu boyunca.
Ağırlaşan vücudumdan hafifleyip sıyrılmıştı ruhum.
Bulunduğum mekânı bir anda Yahudiler sarmıştı.
Yusuf’un makamına göz dikip, onu kuyuya atan On Kardeşler!
Kudüsün içinde huzurlu bir yolcuk başlamıştı.
Ve ben huzurluydum ilk defa!
Garip bir özlem vardı içimde.
Gidesim vardı!
Gidecektim, gitmeliydim.
Öyle de oldu!
Çünkü bu gafil beden; yehuda’yı bırakıp, Yusuf’unu bulmuştu!
Son Tövbe – EMİNE TANIRGAN
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- DUYGU TAYLAN-UFUKTA BİR ÜLKESİN için Mehmet BONCUKOĞLU
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
Bir cevap yazın