Bu kaldırımı oldum olası sevmiyorum. Taşları doğru düzgün dizmemişler, her seferinde bir yerine illa ki takılıyor ayaklarım. Düşmek üzere olurken kafama bir şeyler geliyor, vücudum istemsizce kurtarıyor kendini, refleks mi nedir? İşte çok istemsizce oluyor bu.
Her akşam üzeri yaz mevsiminde esen bu rüzgarı tanıyorum. Boynumdan sırtıma dolan ılık hava. İnsanın bedava ulaşabildiği nadir keyiflerden biri de bu sanırım. Yokuş aşağı inerken vücudunda gezinen ılık bir rüzgar, tıpkı sevgilinin nefesi gibi.
İnsanlar pek bir benzer yokuşlara. Önce yorarlar ve yıpratırlar sizi. Sen hele bunun tasasını çek, yokuşun tepesinden sonrası düzlük. Ama benim düzlüğümü görmen için önce yokuşumun en dik yerini tırman bakalım. Önce bir canın çıksın yorgunluktan ve bunu yaparken de saymak sövmek yasak sana. Beni öv. Ne kadar dik ama güzel bir yokuş olduğuma, sonunu göremesen de senin için bu sıkıntıya katlanmaya değer diye laflar sırala. Sonrası düzgünlük, ferahlık.
Adalet denilen kavram kafanı kurcalar. Eğer bu kadar dikse bu yokuş ve kimse bugüne kadar bu dik yokuşun tamamını tırmanmaya cesaret edemediyse o zaman mutlaka bu dikliğin ardından hayatımda görebileceğim en güzel düzlüğe ulaşacağım. Etrafı ağaçlarla kaplı olacak, burnuma ıhlamur ağacının kokuları gelecek, kuşların yuva yaptığı yemyeşil ağaçlar, yemyeşil çimenlerle kucak kucağa olacak. Çünkü eğer yokuşun dik kısmı bu kadar zorluysa ve ben bu zorluğa katlandıysam hem de bir kere bile of demeden, öyle olmalı. O güzelliği hak etmiş olmalıyım.
Gel gör ki canın çıka çıka tırmandığın o dik yokuşun sonuna geldiğinde büyük bir hüzün bekler seni. Çoğu kez alabildiğine pislik akmaktadır o düzlükte. Sandığın gibi yemyeşil ağaçların yemyeşil çimenlerle buluşması değilde, o yokuşun dikliğini tırmanırken canı çıkmış insanların iskeletleri ile leş kargalarının kucaklaştığını görürsün. Ihlamur kokusu yerine pislik kokusu yakar genzini. İşte ancak o zaman anlarsın, sistemin seni kandırdığını, dik yokuşların ardında muhteşem düzlüklerin olmadığını. Çünkü güzel şeyler için illa ki bir bedel ödemek zorunda kalmayacağını. Ödediğin her bedelin karşılığının güzellikler olmadığını.
Bu kaldırımı oldum olası sevmiyorum. Her yeri benden bir şeyler bekleyen insanların çaresiz bakışlarıyla dolu.Ben zavallı ben olmak isterdim. Sıradan bir insan gibi onların bakışlarına göz ucu bakışı ile karşılık vermek ve hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam edebilmek isterdim. Hatta eğer biraz şanlıysam onların bu bakışlarından iğrenir, bu iğrenmeyi dilimde çevire çevire kurduğum cümlelerle ifade ederdim. O bakışların canımı acıtmasını istemezdim.
Yaz mevsimi değilse, sevmiyorum yokuşlardan aşağı inmeyi. Soğuk rüzgar bana her seferinde ihanetin kayıtsızlığını hatırlatıyor. Yanında uyuyan insanı izlerken onun bir başkasını rüyasında görmesini getiriyor aklıma. Tüm tüylerim diken diken oluyor o vakit. Kirpiklerini izlediğin, saçının telini ezbere bildiğin birinin ruhunun bir başkasının bedeninin yanında yattığını anlamak acıların en büyüğü oluyor.
Rüzgarlar, yokuşlar, kaldırım taşları, bakışlar her geçen gün hayatımda daha çok yer kaplıyor. Yaz mevsimi, kış mevsimi, bahar mevsimi… Onların hepsini yokuşlarda ki rüzgarlardan tanıyorum artık. Yüksek bir yerden aşağıya bakıyorum. Atlamak için bir sebebim yokken bile atmak geliyor içimden kendimi aşağı. Sanki düşerken bulacağım tüm sorularımın cevabını. Sonra irkiliyorum birden, ama diyorum, eğer atarsan kendini, geri yükselemezsin. Bir kez düştün mü eğer kalkamazsın. Sen yapamazsın…
Bir cevap yazın