Sevgili Tarık Akan, beklenmedik gidişinin ardından şimdi bütün sözcüklerin anlamsızlaştığı bir yazı yazmak durumunda kaldım. Nasıl anlatsam, nereden başlasam? İnsan çocukluğunun o eşsiz ve en yakışıklı kahramanını, bebek yüzlü aktörünü nasıl anlatır ki? Hangi sözcükleri seçmeliyim o yemyeşil inatçı gözlerine? Hangi renge boyamalıyım şimdi ben bu yazıyı?
Şimdi kim inandırabilir beni senin bir daha olmayacağına, olmadığına.
İnsan sevdiği sanatçıları uğurlarken ne yapacağını da şaşırıyor aslında.
Üniversite yıllarımda Ankara’da ki Tekel İşçi Eylemlerini desteklemek için, kar kış demeden o buz gibi Ankara ayazında titrerken görmüştüm ilk defa seni. Saçlarının beyazlamasına rağmen, öylesine yakışıklıydın ki, hepimizin gözlerini kamaştırıyordun ve işte sanatçı böyle olmalı diye düşünmüştüm.
Az önce milyonlarca defa izlememe rağmen yine “Mavi Boncuk” filmini seyrettim. Ve hep aynı yerde salya sümük ağlarken buluyorum kendimi. Benim yüreğim hep aynı yerde acıyor. Emel Sayın’ı bıraktıktan sonra, Tarık Akan’ın o boş odanın kapısının önünde ağladığı sahne, işte o sahne beni bitiriyor, her defasında içimi acıtıyor. Gerçi filmin sonunda saflık kazanıyor, dostluk kazanıyor, aşk kazanıyor. Emel Sayın’ın koşarak gelmesi ve Tarık Akan’ın boynuna sarılmasıyla birlikte içimizde yeniden gonca güller açıyor.
Sonra yine ”Mavi Boncuk” filminde : “Fikis Menü on lira” nasıl unutulur bu yazı!
Tüm oyuncular, filmin sonunda ‘ fakir fukarayı bir gece değil; her gece eğlendirmek için” dağ başında kendi yaptıkları gazinoda iken; Emel Sayın’ın pencereden izlediği sahneyi insanım diyen kim unutabilir ki?
Sadece “Mavi Boncuk” filmi üzerinde durdum aslında bu yazıda. Oysa bir “ Yol” hikâyesi anlatmak isterdim. Seni anlatmaya sadece bir film de yetmez biliyorum. Buraya sayfalarca yazsam da, hep bir şeyler eksik olacak bu yazıda. Yılmaz Güney ile tanıştıktan sonra zengin, çapkın, salon filmlerinin, Ferit rollerinden sıyrılıp “toplumcu gerçekçi “ filmlere imza attığını bilmeyen mi var? Halkın sanatçısı olduğunu halka her defasında gösterdin sen. Bu yüzden olacak ki cenaze töreninde milyonlar uğurladı seni sonsuzluğa. İzledin mi gökyüzünden? Belki gördün, belki izledin o kalabalığı, o sevgi selini. İşte sanatçı olmak tam da budur. Gözlerim yaş içinde izledim ben. Bazıları bu sevgi selini istese de beceremiyor. İşte bu yüzden sen Tarık Akan’sın, canımızsın, bizden birisin, sen halksın, halkın yakışıklısısın, halkın lisedeyken aşık olup evlendiği ve o muhteşem film “Hababam Sınıfı’nın çapkın delikanlısı: “Damat Ferit” sin, halk “Canım Kardeşim” dedi sana bugün biliyor musun?
Toplumun arkasından yürümek yerine hep en önde koştun sen. Ben ve benim gibilerinin de yüreğinin en güzel köşesindesin. Unutulacağını düşünme hiç!
Öldü diyorlar. Öyle zoruma gidiyor ki bu durum. Ama ölmeyeceksin biliyorum. Sadece bedenin aramızdan ayrılıyor. O inatçı ve çapkın gülüşünle, inancınla, duruşunla, hiç taviz vermediğin ilkelerinle, fikirlerinle, sımsıcak filmlerinle hep aramızda olacaksın, biliyorum. Sahi bir sanatçı ölebilir mi hiç?
Ama ne olur Kemal Sunal’a, Adile Teyzemize, Zeki Alasya’ya, Barış Manço’ya ve Mustafa Kemal’e selam söylemeyi unutma bizden.
Sen gittin biz biraz daha eksildik.
Sen gittin biz biraz daha ıssız kaldık.
Sen gittin Türkiye en yakışıklı adamını uğurladı.
Sen gittin, niye gittin be ustam, ağabeyim?
Sen gittin Yeşilçam boynunu büktü.
Derinlerde bir yerde bir sızımız kaldı.
Dünya biraz daha kirlendi.
Bir sanatçı duyarlılığı ile o hassas, kırılgan ve dimdik duruşun, yemyeşil gözlerinle ve “Evcilik Oyunu” adlı filminin son sahnesinde ki kahkahan ile anımsayacağım hep seni. Bu defa biz seslendik Veysel Efendi’ye:
“Aç kapıyı Veysel Efendi.
Türkiye, Tarık Akan’ı uğurladı.”
Cennet Güvenç
17 Eylül 2016
Bir cevap yazın