Bilmiyorum ama sanmıyorum ki bana katılırsınız. Katılsanız da katılmasanız da yazacağım.
Memlekette genç olmak zor. Çocuk olmak en kolayı. Hiçbir şeyden haberleri yok. Yetişkinler de öyle. Bir ekmek kavgasına girişmişler, hayatı ondan ibaret sanıyorlar. Onlara da acımıyor değilim ama… Amasını boş verin. Biz yine bize dönelim. Neydik biz? Haa genç. Tamam.
Memlekette genç olmak zor. Düşünsenize, daha nereden geldiğimizi biz bile bilmiyorken bize nereye gittiğimizi soruyorlar. “Büyüyünce ne olacaksın?” diyor bak. Niye efendim? Şimdiki halimizde ne var? Biz size soruyor muyuz “Ne zaman öleceksiniz?” diye. Öfke nöbetlerine girmeden bu konuyu geçiyorum.
Memlekette genç olmak zor. Sizi tutup dört duvar arasına kapatıyorlar. Orada, artık usta mı çırak mı bilinmez, kasabın biri sizi keyfine göre kesip biçiyor. Aşçının biri de birilerinin ihtiyacına göre pişiriyor. Millet de sizi ısıtıp ısıtıp yiyor. Dost bildikleriniz de “hani bana hani bana” diye diye milletin arkasında dolaşıyor.
Memlekette genç olmak zor. Sansürleniyorsunuz bir kere. Onu yapma, bunu söyleme. Büyüklerine karşı gelme. En sevdiğim de bu benim. Büyüklerine karşı gelmemek. Büyüktür, söyler. Büyüktür, yapar. Büyüktür o, senin iyiliğin için. Ondan daha mı iyi bileceksin? Büyüktür o, tabii ki de dövebilir seni. Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir terane… Büyüktür o, tabii ki de öldürebilir seni. Ne de olsa namus, töre vesaire.
Biliyorum buraya kadar hiçbir şey anlamadınız ve sıkıldınız. Pek de başarılı bir girizgah dizemedim size. Yine de buraya kadar takip ettiğiniz için anlayışınıza ve hoşgörünüze teşekkür ederim. En azından hem sizi hem de kendimi biraz ısındırmış oldum. Epeydir yazmıyordum. Biraz da heyecanımı yenmeme yardımcı oldu bu birkaç paragraf. Bir de şöyle deneyelim isterseniz.
Demem o ki, siz çalıştınız, çalıştınız ama umursamadınız. Biz çalışmadık, çalışmadık ama umursadık. Siz memurdunuz. Maaşınızı aldınız. Biz filozoftuk. Biz sadece düşündük. Bir gün aramızdan biri çıktı. Bize hem düşünüp hem de maaş almanın yolunu gösterdi. Ne var ki bizim maaşımız para ile ödenmiyordu. Bu nedenle ay başı gibi derdimiz yoktu. Bizim maaşımız peşimize taktıklarımız, yüreklerine sızdıklarımız; insanların yüzündeki gülümseme, dillerindeki sözlerimizdi. Peki biz bunu nasıl yaptık? İşte o gün aramızdan çıkan o biri bize düşüncelerimizi eylemlere dökmeyi öğretti. Bize önderlik etti.
O biri, bizi cumhuriyete götürdü cumhuriyette payı olmadan. Öğretmen etti bizi, kasap değil, okuma yazması olmadan. Asker etti bizi kılıç sallamayı bilmeden. Doktor etti bizi ilaç nedir bilmeden. Memlekette genç olmak zor. Unutuldu bunların hepsi hiç bilinmeden. İyi ki de unutuldu.
Gençtik biz. Karların üstüne yürüttüler bizi. Şehit olduk. Yüz sene olmuş.
Bir gün yine gençtik biz. Kubilay koydular adımızı. Ölümün üstüne fişek fişek yürüttüler. Şehit olduk.
Bir gün yine gençtik biz. Eylülün başları. Saldırdılar bize. Öldük, yaralandık, tecavüze uğradık. Meğer din değiştirmişiz o arada, ne şehit olduk ne de mazlum.
Bir gün yine gençtik biz. Bir intihar ediyoruz bir katil oluyoruz. Biz de anlamamıştık. Kılıçkıran olduk, İmamoğlu olduk, Ertuğrul Dursun olduk kafeslerde öldük; Aslan’dık, İnan’mıştık, Gezmiş’tik yine öldük.
Bir gün yine gençtik biz. Uçaktan attılar bizi. Düştüğümüz yer de yavru vatanmış. En azından vatanımızda öldük.
Bir gün yine gençtik biz. Dar ağacında sallandık.
Bir gün yine gençtik biz. Bülbül olduk, Firdevs bağında öttük. Tutamadık kendimizi bir zaman. Gül için bağdan vazgeçtik. Bir ateş yaktık. İnsanlar etrafında toplandı. Ateş içlerini ısıttı. Kalplerinin pasını çözdü. Yollarını aydınlattı. Ateşi söndürmek isteyenler vardı. Beceremediler. Yerine daha büyük bir ateş yaktılar. İbrahim misali bizi de içine attılar. Yanımızda saf tutan bir karınca bile olmadı. Nesin diye sorduklarında Aziz mi yoksa Hasret mi olduğumuzu bilemedik.
Bir gün yine gençtik biz. Arabamıza bomba koydular. Evimize bomba koydular. Arkadaşımıza bomba koydular. Bize silah doğrulttular. Köyümüzü yaktılar. Bir de baktık ki bunları yapanlar da bizmişiz.
Bir gün yine gençtik biz. Köprüde öldük. Babamızla öldük. Oğlumuzla öldük. Gençtik biz. Yaşlıydınız siz. Havalimanında öldük. En önde biz gideceğiz deyip öldük.
Demem o ki memlekette genç olmak zor. Biz hep öldük. Genç olmak mı daha zor şimdi ölmek mi? Yoksa genç ölmek mi?
O da ne? Aranızdan biriyim diyerek yanımıza yaklaşan da kim? Şeytanmış. Söyleyin de yanımıza gelmesin. Nihayetinde bir gün bu beden toprak olacak. Bize bir harf öğretenin kölesi oluruz biz. Genciz biz. Her yan sevinç, her yan neşe iken sırası mıydı Azrail ile tanışmanın. O biri, “Ben de sizdenim.” demişti. Bize liderlik edecekti hani yol gösterecekti. Bu yol niye karanlığa çıktı ki?
Gençtik biz. Bizim temiz bir kalbimiz vardı. Saygın bir amacımız vardı. Düşünceden oluşuyorduk biz. Ne kadar körmüşüz. Nasıl da kirletmişiz o düşünceleri. Nasıl da yitirmişiz amacımızı. Ölmek mesele değil. Nasıl da zaten yıllar önce öldüğümüzü bilememişiz. Nasıl da şeytanın elinde oyuncak olmuşuz. Bizim temiz bir kalbimiz vardı. Şeytan tohumlarını ekti. Saygın bir amacımız vardı. Şeytan bize yeni bir amaç verdi. Biz de bir ideoloji oluşturduk. Sonra o ideolojiyi öğretecek öğretmenler oluşturduk. Sonra o ideoloji için öldürecek askerler oluşturduk. Sonra o ideolojiyi benimsemeyenleri tedavi edecek doktorlar oluşturduk. Her bir ömrümüzde aynı şeyi tekrarladık.
Bir imparator varmış. Çobanın oğluna sormuş, “Sonsuzlukta kaç saniye vardır?” Diye. Çobanın oğlu cevap vermiş, “Saf elmastan yapılmış bir dağ vardır. Tırmanmak bir saat, etrafından dolaşmak bir saat alır. Her yüz senede bir küçük bir kuş bu dağa gelir ve gagasını dağda biler. Ve bütün dağ oyulup bittiğinde sonsuzluğun bir saniyesi geçmiş demektir.” Bu dağ oyulup bittiğinde her şeye tekrardan başlamış olacağız. Bütün o günahlara, pişmanlıklara ve vicdan azabına. Öyleyse, kuş için en güzel dileklerimle, her bir ömrün kısa sürmesi umuduyla, elveda.
Kerim Gürgen
Bir cevap yazın