Gün gelecek biliyorum. Ah, bu devran dönecek. Duyuyorum. İşte o zaman. O zaman karşısında olacağım. Yanında, sağında, solunda değil. Tam karşısında. Gözlerinin içine bakacağım önce. Gözlerine. O ta içine bakarak haykıracağım. Sorular soracağım. Küfürler edeceğim.
Sonra. Sonra ellerine sarılırım belki. Belki kollarına atarım kendimi. Geçmiş yılların acısını alırım. O acınası yılların.
Ama yok. Yapamam bunu. Tüküreceğim yüzüne. Arkama bile bakmadan gideceğim üstelik. Kaçacağım ondan. Bana en çok ihtiyacı olduğu o an, işte, aynı onun da yaptığı gibi.
Çünkü ben, ilk kez ihtiyacım olduğunda yanına gittim ve o, son kez başından savdı beni.
Yıllar önce.
…
Bir küçük Ayşe! Öyle çağırılırdı nedense? Öyle düşerdi yürürken patika yollarda anasının önüne. Bey babasından yerken paparasını, öyle çağırılırdı işte; sahibesi olacağı konağın merdivenlerinde günün birinde.
Konak ve konağa giden o patika yollar. Pekâlâ, tezat gelse de iyi bilirdi Ayşe, cennet bahçelerine ulaşmak için dikenli yapraklardan geçilirdi. Henüz o küçük yaşında belliydi onun da kaderi, muhkemi.
Bir küçük Ayşe! Öyle çağırılırdı nedense? Öyle inerdi o görkemli sarkıt avizelerin saçtığı ışıltılardan aşağı. Girdiği meclislerde öyle kabul bulurdu teşrifi. Nice verdiği ateşlere o toy körpelerin tulumbasıydı o: Yangın Ayşe!
Henüz yoğrulmadı. Katı bir hamur kararınca. Hele bir yoğrulsa, dinlense. Öyle ya, pişince daha güzel çıkar kokusu da, tadı da.
Ayşe, bir küçük kuşun kanatlarında. Vuslat, bir büyük ağacın dallarında.
Ayşe, bir çift sessiz dudağın arasına gizlenmiş, korkakça.
Vuslat, bir avuç.
Korkma.
İkimizin arasında!
Bir cevap yazın