Kalabalığın arasına karışırken kırıştığımı farkettim. Her geçtiğim caddede bir parçamı bırakarak ilerliyordum. Üzerimde oynanan komple teorileri, vitrin camlarından yerde biriken sulara yansırken üzerime sıçramasından korkuyordum. Kaldığım üçüncü sınıf otelden uzaklaşalı epey olmuş gibi gözüksede kendim dahil hiçbir şeyden uzaklaşamamıştım. Bazı insanların üzerindeki gerekesiz mutluluğu hiç bir zaman anlayamadım. Allah bile mutsuzken insanların bu kadar mutlu olması hüzünlü bir resim gibi karşımda duruyordu. Orta okulda resim öğretmenim Nalan hanım ilk derste beni ayağa kaldırıp şöyle demişti: ”Bana mutluluğun resmini çizebilr misin ? ” öyle bir cevap vermeliydim ki bu soruya dünyanın portresini Nalan öğretmenin yüzüne çizmeliydim. ”Dünya kibirli ve parçalanmış mutsuzluklarla dolu dünyanın ruhuna baktığımda çizebileceğim tek şey hüzündür.” Nalan öğretmen uykusuzluktan moraran göz altıları torbalarını sıksada ağlamaklı bir hal alamamıştı. Verdiğim bu cevaptan sonra sessizce çantasını toplayıp sınıftan çıktı. Öğrenciler dersi kaynattığımı sanıp beni tebrik ettiklerinde bundan yüzyıl sonrasını görebiliyordum. Silgimi parçalayıp elimde oynarken Nalan öğretmeni parçaladığımı fark ettim. Son derse girdiğimizde tüm sınıf ciddiyetini iyice yitirmiş hep bir ağızdan bağrışmaya başlamıştı. Sınıfıtın en solunda en arka sırada tek başıma oturup dersin bitmesini beklerken diğer öğrenciler gibi ciddiyetimi bozmadım. Sonunda zil çaldı. Bahçeye çıkıp Nalan öğretmenin arabasına doğru koştum neyse ki yetişebildim. ”Öğretmenim bir dakika bakarmısınız ? ” yüzündeki ifade hiç değimemiş bir şekilde bana baktı. ” Efendim Ercüment ne oldu? ” Ne olmamıştı ki sizi ondört yaşında ismi kendinden büyük Ercüment sizi parçaladı. İçimden böyle dediysemde yüzüne karşı bunları diyemezdim elbette, ”Bugün ki bana sorduğunuz soru hakkında konuşmak istiyorum öğretmenim.” Yine aynı ifade ile bana bakarak; ” Arabaya bin yolda konuşalım.” Dedi. Arabaya binip emniyet kemerimi bağladıktan sonra havada ki gerginliği dağıtmak için; ”Radyoyu açabilir miyim ” dedim. Başını iki yana sallayarak onayladı beni, radyoda çalan parça Neşet Ertaştan cahildim dünyanın rengine kandım türküsüydü. Nalan öğretmen ile gözgöze gelip gülümsedik. Bir hüznün içindeki mutluluktu bu ; ” Şarkıların bile hüzün taşıdığı bu coğrafyada ben size nasıl mutluluğun resmini çizebilirim öğretmenim. ” O an Nalan öğretmenin verecek bir cevabı olmadığından susarak karşılık vermeyi seçti, ”Bugün sizi üzdüysem kusuruma bakmayın öğretmenim.” yine aynı yüz ifadesi ile bakarak; ” Üzmedin fakat kendi mutzuluğumu örtmek için giydiğim kırmızı kazağı üzerimden çıkardın. ” O an anladım üzerinden hiç çıkarmadığı kırmızı kazağının kerametini ve kırmızı renginin hem mutsuzluğu hemde mutluluğu temsil ettiğini, sanırım her şeyin ortası kırmızıydı.
Bir cevap yazın