Düzenli sıralanmış pahalı evlerin olduğu sokakta ilerleyen polis arabasına günlük konuşmalar hâkimdi. Biraz sonra karşılaşacakları manzaradan habersiz yine gereksiz bir başvuru için vakit kaybettiklerini düşünüyorlardı. Birbirlerine, paranoyak bir arkadaşın ısrarı işte, böyle bir zenginlikle kim bilir nerede tatildedir diyorlardı. Kapıdaki güvenliğin yönlendirmesiyle kolaylıkla buldukları yeşil renkli villanın önünde arabayı durdurdular. Kuralların gerektirdiği gibi kapı zilini birkaç kez çaldılar. Seslendiler ama açan olmadı. İnce yapılı polis maymuncukla işe koyuldu. Zahmetli bir uğraş sonrası kapı açıldığında, yıllarca toprak altında kaldığı halde çürümemiş kemikleri bile eritebilecek kadar kötü bir koku çarptı yüzlerine. Birkaç adım geri adım atarak havada kalan oksijenden yakalamaya çalıştılar. Öksürük, öğürme ve iki büklüm geçirilen dakikaların ardından kötü koku yoğunluğu bir nebze de olsa azalmış olduğunu düşündükleri eve zorla da olsa girdiler.
Kapı lüks koltuklar, büyük ekran televizyon, birçok film ve kitabın sıralandığı geniş bir kütüphanenin bulunduğu özel olarak dekore edilmiş geniş bir bölüme açılıyordu. Kuşkuyla içeriyi süzülürken ortama hâkim olan esrarengiz havanın neden kaynaklandığını anlamaya çalışıyorlardı. Evin konumuna, tipine, sahibinin zenginliğine bakıldığında olağanlığın dışında kalan, onları içten içe korkutan, endişelendiren aynı zaman da rahatsız eden bir durum söz konusuydu. Havada sinekler uçuşuyor, adım attıkça yerde bir sağa bir sola kaçışan böcekler görüyorlardı. En enteresanı da yerde çok fazla kertenkele ile karşılaşmalarıydı. İlerledikçe de koku daha da artıyor, daha da rahatsız edici bir hale geliyordu. Silahlarını kabzasından çıkarıp, emniyetini açtılar. Diğer elleriyle de burunlarını kapatarak ilerlemeye çalışıyorlardı. İçinde bulundukları durumun onları nasıl bir manzaraya hazırladığını kestirmeye çalışıyorken kel olan polis içini kaplayan korkuya daha fazla dayanamayarak hemen telsizine sarıldı. Amirini durumdan haberdar etmek, yardım için ekip çağırmak istiyordu. Diğer polis ise cesarete gelmiş kendisinden kaçan sürüngenlerin arasından odanın sonuna kadar ilerlemeye devam etti. Köşeyi döndüğünde gördüğü manzarayla adeta olduğu yere kenetlendi. “Aman, Allah’ım!” diye bağırdı. Arkadaşının şaşkın tavrını gören diğer polis korkusunu unutup koşarak yanına gitti. Duvarın dibinde sırtı duvara yaslanmış bir vaziyette oturan, her yeri bir sürü sürüngen ile çevrili, yüzü, elleri ve bedeninin bir kısmı yenmiş, tanınmayacak haldeki bir insan cesedi duruyordu.
7 gün önce…
Sabahın çok erken saatinde ısrarlı çalan telefonun alarmını kapatıp, kalktı yataktan. Çok uykusu olmasına rağmen kalkmalıydı. Yorganın havalandırarak yatağın diğer tarafına attı. Bedenine vuran soğuk ayılmasını kolaylaştırdığından her zaman böyle yapardı. Sendeleyerek kalktı yataktan. Banyoya gidip yüzünü yıkadı. Aynada soluk yüzü ile şişmiş gözlerini gördü. Dayanılmaz bir baş ağrısı vardı. Bir daha asla o kadar içmeyeceğim dedi içinden. Sonra aklına yapması gerekenler geldi. Onlar için yapacağı her şey bir görevdi ve anında yerine getirilmesi gerekiyordu. Hızla yüzünü yıkayıp üst kattaki odaya gitti.
Penceresiz odaya karanlık hâkimdi. İçeriyi aydınlatmak için düğmeye bastı. Atmış metrekarelik odanın üç duvarı, geniş cam bölmelerle kaplanmıştı. Bölmelerde kendi içerisinde bölümlere ayrılmıştı. Diğer duvarda ise içerisinde çeşitli ilaç kutuları ile yem kavanozlarının üzerine sıralandığı raflar, büyük bir buzdolabı ile üst üste kafesler içerisinde bir sürü fare ve tavuk bulunuyordu. Sırasıyla yanarak içeriyi aydınlatan floresanların patlamaları uykusundan ayılamamış bünyesini daha da sarsıyordu. Biran önce işini bitirip yatağa dönmenin hevesiyle eldivenini takmayı unutarak rafların yanında duran kafeslerden birini açtı. İri beyaz tavuğu tutarak dışarı çıkarttı. Tavuk sürekli ayaklarını hareket ettirerek gıdaklıyor, kaçmaya çabalıyordu. Tavuğu baş aşağı tutup en büyük bölmenin kapağını açtı. Yarı uyur, yarı uyanık yere çömeldi. Bacaklarından tuttuğu tavuğu bölmeden içeri doğru uzatıp, geri çekti. Tavuğun sesi bölmenin içinde yankılandı. Bu hareket ininde sessiz oturan komodor ejderini hareketlendirmişti. Tavuğun sesi ve içini gıdıklayan kokusu ehlileştirilemeyen duygularını uyardı. Olduğu yerde bir ileri bir geri sallanmaya, çatallı dilini sürekli dışarı çıkartmaya başladı. Ortalama bir sürüngene göre oldukça zeki olduğundan kendisine oynana oyunun farkındaydı. Bedeniyle yavaş yavaş ileri doğru hareket ederken dilinin ileri geri olan devinimini arttırıyor, avını yakalayamama ihtimalini düşünerek daha da hırslanıyordu. Elli çeşit bakteri ile oldukça zehirli olan salgısı siniriyle daha da armış, ağzının kenarlarından aşağı akarken ani bir hareketle kapıya doğru atıldı. Ağzından sarkan tavuk bacaklarıyla olduğu yerde sallanarak avını yutmaya çalışırken Gürkan acı içerisinde kapıyı kapatıp kilitledi. Elinden akan kan yere damlarken arkasındaki raftan bezi alıp, yarasına bastırarak lavaboya koştu. Ejder yakaladığı tavuğu midesine doğru indirmiş, iri kuyruğunu bir sağa bir sola sallayarak yürürken, Gürkan zamansız ve dikkatsizce yaptığı hatanın bedelini ödüyor, ejderin keskin dişleri ile kesilen elindeki derin yara nedeniyle acı içinde kıvranıyordu. Yarasına sağlık dolabındaki malzemelerle pansuman yaptı. Ağrı kesiciler içti. Sonra tekrar odaya dönerek diğer kertenkele türlerine ait bölmelere beslenmeleri için yiyecekler yerleştirdi. Komodor ejderinin olduğu bölmenin önünde durup, konuşmaya başladı. “Seni dün akşam aç bıraktığım için özür dilerim. Beni affedebilecek misin?” Bir süre hareketlerini inceleyip, kendince onu affettiğini belirtecek bir şeyler yapmasını bekledi. Kuyruğunu sallamasına kendince anlamlar yükledi. Bir nebze de olsa içini rahatlattı. Uykusu kaçtığından işe gitmeye karar verdi.
Kendisini iyi hissetmemesine rağmen kimseye içinde olduğu durumu belli etmiyordu. Tatile gideceğini bu nedenle birkaç günlüğüne işe gelmeyeceğini söyledi herkese. Başına gelenleri anlattığı arkadaşlarına ejderinin elinde açtığı yarayı gösterdiği, bol bol yarasının fotoğraflarını çektirdi. Acı içinde geçen günün ardından eve geldiğinde ateşlenmişti. Halini anlamak için aynaya baktı. Zaman zaman etrafı net görmüyordu. Bulanıklaşıyordu her yer. Hemen ecza dolabından ateş düşürücü ilaçlardan alıp, içti. Odaya gidip, koltuğun üzerine bıraktı kendini.
İlk kertenkeleye dokunduğu zamanı anımsıyordu. O soğuk, pütürlü derisi altındaki hareketliliği. O anda içinde uyanan duyguları… Mutluluğu, kendine güveni, sevgiyi… Gittikçe kötüleşiyordu. Zorlukla ayağa kalktı. Sendeleyerek yürüyebiliyor, koridoru eşyaları çift görüyordu. Duvarlara tutunarak ilerleyebiliyordu. Ecza dolabına zorlukla ulaşabilmişti. Birkaç kez eliyle dolabın kapağı tutmaya çalıştı fakat isabet ettiremedi. Birkaç defa daha denedikten sonra zorla da olsa dolabın kapağını açabilmişti. Gördüğü kutular birbirinin içine giriyor, yazıları okuyamıyordu. Bir şişeyi alıp, zorlansa da kapağını açtı. İçindekileri eline dökmek için şişeyi yan çevirdi. Fakat drajeler yere dökülüyor bir türlü titreyen elinde kalamıyordu. O da elini lavaboya sokup, ıslak drajelerden bir kaçını ağzına götürüp, yutmaya çalıştı. Hastalığının gittikçe derinleştiğini biliyordu. Salondaki duvarın üzerinde acil durumlarda gerekli birimleri çağıran sistemin paneli vardı.
Duvarın yanına kadar zorlukla yürüdü. Panel üzerindeki kırmızı düğmeye basarsa dakikalar içerisinde sağlık görevlileri gelecek, ona yardım edebilecekti. Parmağını kırmızı düğmenin üzerine koydu. Tam basacakken duraksadı. Küçüklüğü geldi gözlerinin önüne. Aylarca evden çıkmadığı zamanları, babasının ilgisizliği, mutsuzluğunu, yalnızlığını, sürüngenlerini beslemesine izin vermeyen annesiyle yaptıkları kavgalarını… Bağımlılığının ipleri dolanmıştı bedenine. Şimdi bu düğmeye basarsam çok geçmeden ambulans kapıya gelip beni alıp götürecek, aylar sürecek tedavim başlayacak. Bu süre zarfında kimse sürüngenlerimi beslemeyecek. Herkes korkuyor onlardan zaten. Onları benden alıp götürecekler. Yıllarca uğraşsam bile bir daha sahip olamam onlara diye geçirdi içinden. “Yine o günlere dönemem.” diyerek parmağını aşağıya indirdi. Sendeleyerek de olsa merdivenlerden iki kat yukarı çıkıp, kertenkelelerinin olduğu odaya girdi. Topladığı gücüyle kafeslerin kapaklarını açtı. Yem kutularını yere devirdi. Bütün cam bölmelerin kapılarını açtı. Ben yokken artık aç kalmazsınız dedi sürüngenlerine bakarak. Sürüklenerek de olsa dışarıya çıktı. Merdivenlerden yuvarlanarak indi. Daha fazla dayanamıyordu. Artık panelin yanına kadar gidip düğmeye basmalıydı. Ateşi daha da artıyor, görüş açısı daralıyordu. Kalp atışları hızlanmış, nefes alıp vermesi zorlaşmıştı. Bir adım, bir adım daha derken gücü gittikçe azalıyordu. Koridorun sonuna ulaştığında sırtını duvara dayadı. Panele uzanmak için hamle yaptı. Ama gücü tükenmiş bacakları onu daha fazla taşıyamadı. Olduğu yere çöküp kaldı. Bir daha da kalkamadı.
Bir cevap yazın