/sen çok şeydin, ben bir hiç…/
yarım bir dünyaydı kırlangıç gagasından
toprağa yuvarlanan.
sahipsiz bir şehrin mevlevî sûkutuydu
Hazel’den arta kalan.
lal gecelerin dönülmez saatlerinde
huzursuz Hazelüstleri yaşardı bir kaptan.
dolu dizgin denizleri düşlerdi hep
aklına düştükçe dalgakıranların taştan gövdesi
Hazelimsi bir deniz kızı
çıkagelirdi Hazel diyarlarından…
gökyüzü en mutsuz demlerini yaşardı…
tanrı dünyaya Hazel’in gözleriyle bakardı…
soysuz bir demirci en kızgın ateşte
döverdi seferi umutlarını
Hazel bir közdü…
Hazel bir dumandı…
Hazel bir yalandı….
Nemrut ateşe atarken İbrahimî sevdaları
Hazel taşırdı yangına ayrılıkları…
Nergisine aşık bir Ekho,
kendi cemaline vurgun bir Nergisti
Hazel kimsesiz bir sevdaydı
Nale-i sûkuttu çoğu zaman
çocuksuz bir anaydı…
tanrı er kişiyi yaratmadan evvel
belki de yaratmıştı Hazel’i
sonrada dünyayı…
âdem’i Hazel günahından atmıştı dünyaya.
Hazel yasak bir elmaydı…
Hazel yarılmış bir aydı…
Hazel güzel bir rüyaydı…
Hazel süzülürken dilden yüreğe…
bir ruh yükselir bedenden göğe…
cümlelerin Hazel’i ve yüklemi vardı
sayılar Hazel’e bölünür,
Hazelden alırdı O’nluklarını…
âvâre bir karanfil çıkagelirdi tan yerinden
diz çökerdi Mecnunlar utancından…
kırmızı bilseydi Hazel’i
rengini kanatır mıydı hiç güle?
olduğundan temiz görünür müydü beyaz?
kimsenin âhını alır mıydı pembe?
Hazel bir ömürdü…
Hazel bir nefesti…
Hazel nefesi kesen bir sesti…
/Hazel çok şeydi, ben bir hiç…/
Bir cevap yazın