Topraklarla örtülü odaya akşam vakti çoktan gelmişti,zaten orası hiç aydınlık olmuyordu. Sarp kayalıklardan yapılma oval masanın üzerinde kemikleri cilalamak için kullanılan beyaz çakıl taşları dünden kalma biçimde duruyordu. Odaya ne birisi geliyor ne de birisi çıkıyordu,toprakların arasındaki boşluklardan süzülen rüzgarların ıslıkları odayı yalnızlık senfonisiyle dolduruyordu. Ansızın odaya incecik kemikli,çıkık elmacık kemikleri ve uzun bir boyu olan belki de en güzel iskelet süzüldü,odada şarkılar söyleyerek dans etmeye başladı.
‘’Çocuklar bilmiyorlar nerede dans ettiklerini,
Ben varım kır çiçekleriyle dolu yatağın altında,
Eski bir şarkının unutulmuş sözleri gibi,
Yok oluyorum kır çiçekleriyle dolu yatağın altında.’’
Kaval kemiklerinin üst kısımları yüz yıllarla aşınmıştı,ancak ilk bakışta kafatasının narin kemik hatlarının zamanında güzel bir genç kız olduğunu belli ediyordu. Odada bir iki defa daha döndü ve sırtını toprağa yasladı.
‘’Tanrım,her geçen gün burası daha da soğuyor.’’diye mırıldandı,ince kollarını karnında birleştirip. Ardından içeriye iri kemikli,uzun boylu ve tam anlamıyla bir iskeleti andıran bir iskelet girip genç kadının yanına oturdu.
‘’Adın neydi senin tatlım?’’diye sordu genç kadın heyecanla kalkıp,hemen sonra üzerinde kabarık bir elbise var gibi dans etmeye başladı,ancak üzerinde ne prenses elbisesi ne de yüzünde makyaj vardı.
‘’Saçmalama,elli yıldan fazla oluyor,adımı hatırlamıyorum.’’ Genç kadın dans etmeyi bıraktı,genç adamın sözleri onu üzmüştü ancak artık bir dudağı olmadığından genç adamın onun üzüldüğünün anlamasının imkanı yoktu ne yazık ki.
‘’Ah,keşke kır çiçeklerim olsaydı. Burada hiç yok,ne yazık ki. Önceden sapsarı saçlarım vardı,kır çiçeklerinden taçlar yapıp başıma koyardım. Onlar ne güzellerdi,bir görseydin. Bir de erkek kardeşim vardı,her zaman akıllanmaz bir delikanlı olmuştur. Hep onun arkasını toplardım biliyor musun?Yine de onu hep sevdim,tüm yaptığı çılgınlıklara ve hatalara rağmen.’’
Genç adam konunun ilgisini çektiğini belli eden bir biçimde genç iskelet kadına döndü.
‘’Nasıl öldün peki?’’
‘’Kardeşim,evden tamamıyla ilişkisini kesmişti,üstelik babamız da ölmüştü ve annemiz gerçekten hastaydı,artık o ve ben çocuk değildik,yirmimizdeydik,ben kır çiçeklerini bırakmak zorunda kaldım ancak o hiç uslanmadı. Evden çıktı,evi terk edecekti,ayaklarına kapandım,peşinden koştum ancak o arabaya bindi,arabanın peşinden çığlıklar atarak koşmaya başladım ve ayağım taşa takıldı,başımı yere çarptım,böylece her şey sona erdi.’’
Genç adam tekrar sırtını toprağa yasladı,ikisi de kollarını karınlarına çektiler. Sessizliği bozup konuşmaya başlayan kadın oldu.
‘’Senin hikayen ne?’’
Genç adamın en azından gözleri yoktu,kalbi de,yine de kalbinde acı,gözünde de yaş hissetti.
‘’Ben,araba kazası yaptım,sanırım. Çünkü,bir şey olduğunu hatırlıyorum,içimde büyük bir suçluluk hissetmiştim,direksiyon kontrolümden tamamıyla çıktı ve uçuruma sürüklendim. Tek hatırladığım duygu da bu,kalbimde dayanılmaz bir suçluluk,belki de ilk defa hissedilen bir duygu;sevgi.’’
İkisi de hiç konuşmadı,toprakların arasından sızan rüzgarın fısıldadığı şarkıyı dinlediler. Birbirlerine yüzlerini çevirmediler ve öylece oturdular,iki kemik yığını yan yana öylece duruyordu. Dışarıdan duygusuz,soğuk,hatta ürperticiydiler.
‘’Biliyor musun,eğer burada kır çiçekleri olsaydı hiç düşünmeden sana getirirdim. Ve eğer zamanım olsaydı,sana onlardan kocaman bir taç yapardım,hiçbir zaman yalnız kalmazdın.’’ Genç kadın,kemiklerinin biraz acıyla,biraz sevgiyle ve en sonunda tekrar acıyla sızladığını hissetti.
‘’Ah,sevgili kardeşim,benim kır çiçeklerim çoktan soldu;artık onları hiç koklayamayacağım,yine de beni üzen bu değil,bilseydim eğer üzüntüden kaza yapacağını,asla koşmazdım arkandan,o zaman bir şey olmazdı sana.’’
Yerin üstünde gece olmuştu,Ay gökteydi,geceden bile daha soğuk olan rüzgarlar yerin altını da hakimiyeti altına almıştı üstelik. Ve bir daha kemikleri sızlatacak kadar soğuk bir rüzgar estiğinde yan yana,hiç konuşmadan duran iki kemik yığınından sağda duranı gözü yaşlı,sarı saçlarında kır çiçeklerinden yapılmış güzel bir taç duran beyaz elbiseli,yirmisinde bir kızı andırır gibi oldu,onun yanında ise kıvırcık saçları,gözlerinden yaşlar dökünen genç bir delikanlıyı.
‘’Eğer zamanımız olsaydı,’’diye mırıldandı genç delikanlı. ‘’Sana yüzlerce kır çiçeği toplardım ablacığım,üstelik elini de hiç bırakmazdım,eteklerine yapışırdım ve beni affetmen için yalvarırdım. Hiç beklemeden yapardım bunu.’’
Yerin üstünde bir soğuk daha esti,Ay’ı,hatta kır çiçeklerini bile üşüten bir esintiydi. Sonra genç kız ve delikanlı tekrar birer kemik yığınlarına döndüler,ne sabah olana dek,ne de yüz yılar geçene dek,genç kız biraz olsun bile kardeşini sevmekten vazgeçmedi.
Hatta bir ara iki iskelet genç kız ve oğlanı andırır gibi olsa da zaman çok merhametsizdi,bir saniye bile geri gitmedi.
-SON-
.
Bir cevap yazın