Kısa boylu, uzun çeneli, kepçe kulaklı Muzaffer, marangozcudan satın aldığı tahta parçalarıyla evin orta kenarlarına çivilediği pencerenin önünden dışarıyı seyrediyordu.
Düşünceli ve kızgın hali kendini uzaktan belli ettiriyordu. Ayağı kalkıp boş odada bir iki adım attı. Başını dövdü. ‘’Onca ilaç kullandım’’ dedi. ‘’Yinede şu baş ağrısına bir fayda sağlamadı.’’ Zavallı elini kalbine götürdü. Yüzünü buruştura buruştura ovdu. Kalbide kaç gündür devamlı tetikliyordu. Haline dayanamayıp, soluğu doktorun yanında aldı. Doktor test ettikten sonra elde ettiği sonuçları masasının üzerine koydu. Çekmecesinden gözlüğünü çıkarıp gözlerine taktı. Sonuçları incelemeye koyuldu.
Sonuçları incelerken biçimsiz dudaklarını büküp başını salladı. ‘’ Üzülerek söylüyorum ki kalbinde delik mevcut…’’ dedi. Başından kaynar sular dökülüyordu sanki Muzafferin. Cebinden mendilini çıkarıp alnındaki terleri sildi. Ayağa kalkıp kızarcasına bağırdı:
‘’Ne yani!’’ dedi. ‘’Ben baş ağrılarıma bir derman bulun diye gelmişken, siz bana başka bir dert saydınız’’
Doktor Muzafferi garip bakışlarla sezdikten sonra hiç konuşmadan sandalyeyi eliyle göstererek oturmasını istedi. Gözlüğünü tekrar takıp aynı sonuçları tekrardan incelemeye koyuldu. Başını kaşıyıp iki elini yana sarktı.
‘’Herhangi bir yanlışlık söz konusu değil’’ diye mırıldandı. ‘’Yapacak bir şey yok. Kalbin delik. Üstelik orta büyüklükte bir delik. Kendine çok iyi bakman gerek. Baş ağrıların için gürültüden ve kalabalık yerlerden uzak kalmalısın. Kalp sorunun içinse, heyecanlı ve aksiyonlu işlere girişmemeli ve yüksek yerlerden aşağıya bakmamalısın.’’
Sözlerini bitirdikten sonra umursamaz bir tavırla masada duran başka sonuçları incelemeye başladı.
Muzaffer kırgın ve delik kalbiyle kendini dışarıya zor attı. Bir banka oturup elleriyle yüzünü kapattı. Kendi kendisiyle konuşacak, kızacak ‘’bütün bunlar rüya’’ diyecek ne gücü ne de takati kalmıştı. Kalkıp yürümeye devam etti. Tozlu yolun üstündeki ufak çakıl taşlarını tekmeledi bilinçli bilinçsiz. Elini cebine attı, güldü.
‘’Al işte’’ dedi. ‘’Kalbim gibi cebim de delik’’
Bir hayli yol aldı. Büyük bir parka yetişti. Gözlerinin içi güldü. Gondola baktı. Binsem mi? Ne de heyecanlı.. Binmiş olanların sevinç çığlıklarını işitti. Adımları geriledi birden. Elini kalbine götürdü. ‘’Ya durursa!’’ dedi. ‘’Durur Vallah doktor dediydi.’’ İçini tarif edilmez bir korku kapladı. Başını sinir ile kaldırıp, sevinç çığlıkları atan yaşıtlarına baktı. İmrendi.
‘’Bunlar tastamam bense yarım bir insanım artık’’ diye geçirdi içinden. Yüreğinin derinliklerinden volkan patlamasını andıran sesler işitiyordu. Parktan uzaklaşıp geniş bir alana girdi. Ortam oldukça kalabalıktı. Gözü ileriye çarptı. Halkın tam ortasında polislerin çevrelediği bir kafes vardı. Bir iki defa kendini havaya fırlattı, bir şey göremedi. O anda bir ses yükseldi:
‘’Ne büyük bir ayı!’’
‘’Ayı mı?’’
Sesler daha bir arttı. Kimileri hunharca gülüyor kimileri ise avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Başı ağrımaya başladı birden. İçini tekrardan korku kapladı. ‘’Ya düşer bayılırsam’’ diye geçirdi içinden.
Kalabalıktan koşa koşa ayrıldı.
‘’Acaba rengi, büyüklüğü, siması nasıldı?’’ diye düşündü.
Soluk soluğa kalmış bir halde etrafına bakındı. Gözlerini ovuşturdu. ‘’Aman Allahım’’ diye haykırdı. ‘’Gözlerim de buruşuk görmeye başladı. Asla doktora gitmem. Ya gözlük önerirse? Ya gözlüksüz göremezsin derse?
Sahil kenarına indi. Bulanık gören gözlerini karşıya dikti. Sahili hüzün ile seyretti. Gözleri doldu. Yumruğunu sertçe sıktı.
‘’Neden sanki bütün bunlar benim başıma geliyor ki’’ dedi. Neden bende diğerleri gibi tastamam değilim. Allahın bana çektirdiği bir azap mı bu? Ona karşı çok mu günah işledim. Yasakladığı şeyleri hiç umursamadan mı yaptım?
Adeta kendisiyle yüzleşiyordu. Gözlerinden akan yaş damlalarını sildi. Konuşmasını sürdürdü.
‘’Ama ben işlediğim bütün günahlar için tövbe etmiş, bir daha dönmemeye yemin etmiştim. Dergâhında kabul olmuşsa ve bu olanlar onun azabı değilse bütün bunlar neyin pesi? Korkuyorum. Korka korka yaşamak. Bu mu hayat? Kalabalığa girememek mi? Gondola binememek mi? Bir boz ayıyı dahi görememek mi? Çekinmek mi her şeyden, ürkmek mi?’’
İntihar mı etsem diye düşündü ansızın. ‘’Kurtulurum!’’ diye mırıldandı. ‘’Acı çekmekten kurtulurum. Şu sahile bıraksam kendimi. Derin sularına…’’
Ayağa kalkıp iyine yanaştı sahile. Elini dokundurdu. Yanında bulunan uzunca bir çubuğu alıp içine daldırdı. Çubuk kaybolmuştu. Çubuğu fırlatıp hızla geri çekildi. Nefes nefese kalmıştı. ‘’Boyumu aşıyor. Çok derin hem de çok’’ dedi. Korktuğu hem gözlerinden hem de sesinden anlaşılıyordu. Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu.
‘Sahile bıraksam kendimi. Ya tutunamazsam? Akıntı çok güçlü ve sarsıntılıysa ya? Çekip içine alırsa beni? Sürüklerse ya da? Beni kurtaracak, sesimi işitecek kimse de yok etrafta.
Son gücüyle koşarak uzaklaştı. Ansızın kaldırım üstünde sarı bir cüzdan gördü. İçini açıp baktı, iki TL vardı. Sağa sola bakındıktan sonra alıp cebine attı. Pazara indi. Hayli acıkmıştı. O parayla kendisine kurabiye aldı. Birden nerden geldiği belli olmayan kalın bir ses işitti.
‘’Şu kurabiyeler, kalp hastası olanlara çok zararlı. Üstelik şişmanlığa sebep oluyor. Ne diye sürerler şunları piyasaya?’’
Kurabiyeyi aldığı gibi yerine koydu. Geriye doğru adım attı. Kalbi çok hızlı atıyordu. Eliyle başını sımsıkı kavradı. Karşıdaki sekiz katlı evde baktı. Koşarak çatı katına çıktı. Son kararını vermişti, intihar edecekti. Başka bir çıkış kapısı yoktu onun için.
Onu çatı katında görenlerin hepsi aşağıya toplandı. Ortalığa, ne söyledikleri anlaşılamayan birbirine karışmış anlamsız sözler çıkıyordu.
Muzaffer aşağıya bakmaya çalıştı. Bakamadı. Hemen kendini geri çekti. ‘’Çok yüksek burası’’ dedi. ‘’Üstelik baş ağrıma da iyi gelmez. Nasıl atlarım ben buradan? Bir anlık sinir, başıma neler açtı.’’
Tuhaf bir şekilde başını kaşıdı. Aşağıdaki insanlar merak içerisinde çatı katını gözlüyor, onu kurtarmak için sözler sarf ediyorlardı. Ama bu sözlerden hiç birini duyacak halde değildi.
‘’Atlasam mı?’’ diye mırıldandı. ‘’Herkes bana bakıyor. Atlamazsam ayıp olur millete. Ama ya ölürsem? Kesin ölürüm, kurtuluş yok buradan. Aptal mıyım? Can çok tatlı, ölüm çok ürkütücü. Ölmek istemiyorum’’
İntihardan vazgeçti. Adımlarını geriye doğru atmaya çalışıyordu ki nerden geldiği belirsiz tabanca seslerini işitti. İki elini hızla başıyla kapadı, yere çöktü. Arkasına bakmaya cesaret dahi edemedi. ‘’Ateş ediliyor’’ diye bağırdı. ‘’Beni öldürmek istiyorlar. Burada kalırsam ölebilirim. Ya kurşun bana isabet ederse? Ölmek istemiyorum’’
Dayanamadı, rüzgâr hızıyla kendini çatı katından aşağı attı. Oracıkta öldü…
Aşağıdakiler onu alkışladılar. ‘’Vay be!’’ dediler. ‘’Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük delikanlısı. Nasıl da hiç düşünmeden attı kendini. Hakikaten yürekli herifmiş…’’
Bir cevap yazın