Aydın Apaydın işten yorgun argın gelmişti. Tam bir oh çekip oturacağı sırada kapı çalındı. “Sırası mı şimdi?” diye söylenerek kapıya doğru yürüdü. Alacaklı gibi çaldığına göre ev sahibi olmalıydı bu. İyi ama her ay kirayı maaşını alır almaz öderdi, gürültü yapmaz, evi temiz tutarlardı. Niye gelmişti acaba? Kiraya yüzde yüz zam istemişti de kendisi vermemişti. Ondan olacaktı herhalde. Düşüncesi doğru çıktı. Gelen ev sahibiydi. Çok kızmış olmalıydı ki yüzüne bile bakmıyor; “Ev bana lazım. Almanya’dan oğlum gelecek. Çıkın evimden” diyor, kendisinin teklif ettiği yüzde otuz zammı asla kabul etmiyordu.
Yalan söylediği belliydi ama elden ne gelirdi? Mahkemeye çıksa haksız çıkardı. Daha önce de böyle bir şey olmuştu da yargıç ev sahibini haklı görmüş, kendisine evden çıkmanın yanında mahkeme masraflarını da ödemek düşmüştü. Yarından tezi yok, yeni bir kiralık ev araması gerekiyordu. Başka çaresi yoktu. Belki kiraya yüzde yüz zam yapsa ortalık sütliman olurdu ama o da işine gelmezdi. Ev o kadar etmez, üstelik ödemekte çok zorlanırdı.
***
Ev ha deyince bulunmuyordu. Araya araya ayaklarına karasular indi. Ev sahiplerinin burunları havadaydı. Hele birinde geçen bir olay kendisini çok üzmüştü. Ev sahibi eskiden tanıdığı biriydi. Kendisi okur ve sınıflarını doğrudan geçerken o okuyamamış, orta ikiden belge almıştı ama o sırada çıkan Almanya’ya işçi gitme furyasından yararlanıp kapağı oraya atmış, yirmi yıl çeşitli işlerde çalışıp çile çektikten sonra memlekete zengin olarak geri dönmüş, bu arada birkaç apartman alarak köşe olmuştu. Zamanında annesi oğlunun adam olmayacağını söyler, Aydın Apaydın’ı örnek gösterirdi oğluna. Şimdi ise durum değişmişti. Seninki hindi gibi kabarıyordu kendisiyle konuşurken. Aydın onun istediği kirayı fazla bulup bu kadar yüksek kirayı ödemeyeceğini, biraz indirim yapmasını söyleyince küçümseyici bir tavırla, “Sen de kendi durumuna göre bir ev bak öyleyse” demişti beyefendi! Şu işe bak, sen yıllarca sıralarda dirsek çürüt, okuyacağım diye canın çıksın, zamanında yollarda serseri gibi gezen, okuyamayan biri Almanya piyangosuyla adam olsun, bu lafı söylesin.
Üzüldü ama elinden bir şey gelmeyeceği için, kader utansın deyip ev aramayı sürdürdü. Sonunda istediği gibi, bütçesine uygun, temiz bir ev buldu. Bir nakliye şirketine haber verdi. Şirketin elemanları sabahleyin geldiler, eşyaları taşımaya başladılar. Aydın Apaydın başlarında ayrılmadı. Çünkü elemanlar eşyaları taşırken gereken özeni göstermiyorlar, onları kamyona paldır kültür atıveriyorlardı. Sıra tahta bir sandığa gelince telaşla yanlarına sokuldu, “Aman o sandığa çok dikkat edin ha! Bir yerine bir şey olmasın, içindekiler sağa sola dağılmasın. Sıkı tutun, elinizden kayıp düşmesin” diye buyruklar yağdırdı. Taşıyıcılar söylenerek denileni yaptılar. Taşınma işi kazasız belasız tamamlandı. Aydın Apaydın derin bir oh çekti, paralarını verip adamları savdı.
***
Taşıyıcılardan biri akşam arkadaşıyla buluştu. Bir şeyler içip hayat pahalılığından, geçim zorluğundan söz ettiler, ah, of çektiler. Arkadaşı, “Aldığımız para eşeğin kuyruğu gibi ne kısalıyor ne uzuyor. Bu böyle olmaz. Bir şeyler yapıp köşeyi dönmeliyiz” dedi.
“Ne gibi şeylerden söz ediyorsun?”
“Bir enayi bulup söğüşlemeliyiz. Namus karın doyurmuyor.”
“Nereden bulacağız o enayiyi?”
“Bilmem ki. Şey…Bugün eşyalarını taşıdığınız kişi zengin miydi?”
“Pek dikkat etmedim ama değerli bir sandığı vardı. Bir yerine bir şey olacak diye adamın ödü koptu. Yere düşmesin, içindekiler oraya buraya saçılmasın diye çevremizde dolanıp durdu. Vallahi şaşırdık kaldık. Böyle bir şey görmemiştik doğrusu.”
“Sahi mi? Aradığımız fırsat ayağımıza gelmiş desene!”
“Anlayamadım Nasıl yani?”
“Nasılı var mı bunun? Farkında değilsin. Kısmet ayağımıza gelmiş, kaçırmaya gelmez. Hemen işe başlayalım. Demir tavında dövülür aslanım.”
“Aklından geçenleri pek anlayamadım.”
“Bunda anlamayacak ne var? O değerli sandığı çalacağız.”
“Anladım ama nasıl olacak bu iş? Belki sandığın içindekileri alıp yerlerine yerleştirmişlerdir çoktan.”
“Yok canım. Yorgunluktan bir şey yapamamışlardır.”
“Orası da doğru ya. Peki oraya ne zaman gideceğiz?”
“Bana kalırsa hemen bu gece gidelim derim ama…”
“Aması ne?”
“Ailede kaç kişi var, karı kocanın ikisi de çalışıyor mu?”
“Adam çalışıyor ama karısı ev kadını. Çocukları da okula gidiyorlar.”
“O zaman gece bu iş tehlikeli olur. Sabahleyin gidelim. Kadını evde yalnız yakalarız. Kapıyı çalıp şirketten geldiğimizi söyleriz. İmzalanacak evrak olduğunu söyleriz, dün imzalatmayı unutmuşuz dersin. Kadın inanır, kapıyı açar, biz de hemen üstüne çullanır, eve gireriz. Kadının ağzını bantlar, elini kolunu bağlayıp sandığı alır kaçarız.”
“Kadın beni tanırsa ne olacak? Okkanın altına ben girerim ama.”
“Tanırsa tanısın. Zaten o tanımasa da adam şirkete başvurup izini bulacaktır. Değerli sandığı senden ve arkadaşından başka gören, bilen yok ki.”
“Haklısın. Zaten gece hırsızlığında tecrübemiz yok. Bu riski göze almalıyım.”
“Tabii ya. Gece sesler daha çok duyulur. Kapıyı açalım derken gürültü yapar, evdekileri uyandırırız. Gece üç kişi, gündüz bir kişi olacak evde. Kapıyı zorlamamıza da gerek kalmayacak. Kadın kapıyı kendi açacak. Bu iş çok kolay olacak göreceksin.”
“Tamam. Anlaştık. Şu işi kazasız belasız halletsek bari. Değerli şeyleri paylaştıktan sonra birimiz doğuya, birimiz batıya gider, izimizi kaybettiririz değil mi?”
“Evet. Tam düşündüğün gibi yaparız. Bakıyorum, kafan çalışmaya başladı. İlerde gene buluşuruz. Merak etme. Tereyağından kıl çeker gibi kolay olacak bu iş.”
***
Gerçekten de düşündükleri gibi oldu. Kadın, taşıyıcıyı tanıdığı için hiç kuşkulanmadı. Üzerine çullanmalarına da gerek kalmadı, onları içeri aldı. Bağırmasına fırsat vermeden ağzını bantladılar, elini kolunu bağladılar. Değerli sandığı yüklenip evlerine geldiler. Tahmin ettikleri gibi kapalıydı, içinden hiçbir şey alınmamıştı. Heyecanla kilidi kırıp açtılar kapağı. Ama o da ne? Sandık ağzına kadar kitapla doluydu. Hayretle birbirlerine baktılar. Değerli denilen şey bu kitaplar mıydı? Taşıyıcı içini çekti:
“Bu herif aydınmış, yazarlık yapıyormuş, dedi Böylelerine göre kitaptan daha değerli bir şey yoktur. Bunu daha önce niye düşünemedim? Çabalarımız boşa gitti.”
Arkadaşı gördüklerine inanamadı, hayal kırıklığıyla:
“Yahu nasıl olur bu? Sakın başka bir sandık olmasın? Belki iyi bakmadın, yanlış sandık çaldık. İyi biliyor musun bu sandık olduğunu?” diye sordu.
“Hayır abi. Başka sandık yoktu. İyi baktım.”
Arkadaşı son bir umutla kitapları karıştırmaya başladı.
“Belki kitapların arasına değerli bir şey koymuş, saklamıştır” diyordu.
Ama umduğu dağlara kar yağdı. Son umudu da bitti, kuş gibi uçtu gitti.
“Ulan bunların nesi değerli be? Eskiciye satmaya kalksan üç kuruş vermez. İnsan birinin içine üç beş kuruş koyar da bizi hayal kırıklığına uğratmaz” deyip kitaplara bir tekme savurdu, sövdü. Taşıyıcı ise dövünüyor, “Bu kâğıt yığını yüzünden adım hırsıza, soyguncuya çıkacak. Değseydi bari. Derdim çoktur, hangisine yanayım?” diye homurdanıyordu.
Bir cevap yazın