Beyaz bir örtü kaplamış düşlerimin şehrini. Ya benim hayal gücüm çok zayıf ya da hakikaten muazzam bir şehir şu İstanbul. Gurbet hissini hafifletmez belki ama yüreğinizdeki açılmamış kimi kapıları açar. Tarih kokar, deniz kokar, insan kokar. Tadı damakta bırakacak kadar enfestir tadı. Burası işte İstanbul. Hayallerimden öte, kaygılarımdan beri.
İlk kez yaşadığım şehrin sınırları dışına çıkıyorum. Bir üniversite öğrencisiyim artık. Hedefim gerçeğe akmış, istediğim üniversiteye kaydımı yaptırmışım. Mutluyum. Eşyalarımı yurda yerleştiriyorum ve kitaplarda okuduğum, filmlerde izlediğim, boşluklarda düşlediğim İstanbul’la yüz yüze gelmek için sokaklara atıyorum kendimi. Birkaç kez de dayımdan dinlemiştim İstanbul’u.
“İstanbul’da yaşanmaz yeğenim, yaşanılacak yer değil orası.”
Şimdi daha iyi anlıyorum ne demek istediğini. Ama asla hak vermiyorum ona. O becerememiş İstanbul’da yaşamayı. İnsanlar icra edemiyor bu yüce sanatı.
“Şu insanlara bak.” diyorum dudaklarımı kıpırdatarak. -“Dudaklarınızı kıpırdatmadan okuyun.” diyen öğretmenim aklıma geliyor. Kızıyorum ona.- İnsanlar tuhaf, insanlar güzel ve insanlar bir kitap misali; iyi ve kötü diye ikiye ayrılıyorlar.
Koşuyor insanlar. Herkesin çok dert etmedikleri birkaç derdi ve dert mertebesine ulaşamayacak sığlıkta sahte dertleri var. Yavaşlığa, sakinliğe bir an dahi olsa tahammülleri yok. Suni eğlenceler, his zannedilen suni tesirler ve ayarlarıyla oynana oynana ancak bozulabilmiş insanoğulları. Tiksindirici bir destan yazılıyor, modernizm ilmek ilmek örülmeye devam edilerek uzanılıyor insanın saf yaşamının içine içine. Ve… İşçi, emekçi, isyancı bir ses yükseliyor gökyüzüne.
“Sıcak simit.”
Işıltılı dünyanın saf ışığı bir ses… İsyanı emeğini göz ardı edenlere, isyanı ellerinde kalan birkaç kaleyi yıkmak için didinenlere. İsyanı, fiilen meçhul fakat fikren ve hissen mutlak bir bilinene.
Herkes toplanmış İstanbul’a. İnsanlar adeta yığılmış buraya. Oysa böyle olmamalıydı. İstanbul’un kapısında bir görevli beklemeli ve İstanbul’a girmeye çalıştığı halde İstanbul’u asla hak etmeyen insanlara ” Hayır, siz giremezsiniz. Zira İstanbul alelade bir şehir değildir.” demeliydi. -Seyahat özgürlüğünü metheden Sosyal Bilgiler Öğretmenim geliyor aklıma. Kızıyorum ona.-
Kitaplarda okuduğum, filmlerde izlediğim, boşluklarda düşlediğim İstanbul işte tam da karşımda duruyor. -Bu hissi anlatamam zaten ama eğer öyle bir yetim olsaydı da anlatmamayı tercih ederdim.- Baş başayız, kol kolayız, el eleyiz. Sadece ben ve o varmış gibi. Birbirini mektuplarda seven sevgililerin ilk buluşması gibi.
Ey modern insanlar,
Ey bazı modern yanılgılara çok çabuk kapılan insanlar,
Ve ey küçüklüğümde kasabamızın tek İstanbul gören zatı olan Dayım
Yanılıyorsunuz. İstenirse; İstanbul’da yaşanır, İstanbul da yaşanır.
Bir cevap yazın