Neden bunca zaman evlenmediğimi, hatta bir kadının elini bile neden tutmadığımı mahalledeki herkes merak eder, ancak kimse açıkça soramazdı. Otuz yıl boyunca Alsancak’ta 1462 sokakta İbrahim’in kahvehanesinde kahvecilik yaptım. Güzel yerdir Alsancak. Uzun seneler bir yerlere göçmeden yaşadığım için bir hayli insan tanırdım o sokakta. Sokaktakiler de beni bakımlı, giyindiğine özenen, kadınlarla ilişkisi kuvvetli bekar bir erkek olarak bilirlerdi. Taşındığım günden beri etrafımdakilerle ilişkilerim lakayt olduğu kadar garip bir mesafe de barındırıyordu. Aslına bakarsanız bu mesafe hiçbir şeyi koruyamadı. Hayatımda neden yalnızca tek bir kadının olmadığını sadece dolaylı olarak sormalarına yaradı. Bazen güzel dilekleriyle bir yuva kurmayı isteyip istemediğim konusunda ağzımı yokladılar. Mesela bir işlerini hallettiğimde ya da onlara çay götürdüğümde “Mehmet Abi, Allah sana da hayırlı bir yuva kurmayı nasip etsin!” dediklerinde gözlerindeki cevap beklentisini her defasında fark ederdim. Karşılık vermek yerine gülümserdim ya da cevap vermeye iten rahatsız edici göz temaslarımızda “Bekarlık sultanlıktır. Tüm kadınlar benim!” deyip geçerdim.
Elbette sultanlığın olmadığı otuz bir yıl öncesi yani 1974 senesinde Tarsus’ta şelalenin arka taraflarındaki on dönümlük üzüm bağımızda ve evimizin altındaki ahırda babama yardım eder, üzümleri topladıktan sonra sandık çakan işçileri denetlemeye giderdim. Liseden mezun olalı neredeyse iki sene geçmişti. O zamanlar liseyi bitirebilmek takdire şayan bir başarı sayılırdı. Okul biter bitmez bir işe koyulmak gerektiğinde bizimki gibi yerlerde meslek babadan oğula geçtiği için eninde sonunda ben de babamın işini yapacaktım. Yeni hayatıma daha fazla ısınmak için sabah beşte hayvanları yemlemeye kalkıp tezekleri temizledikten sonra bağa doğru hareket ederdim. Bu kadar hareketliliğe rağmen gündüz vakitlerimin mütemadiyen sıkıntı ve bekleyiş ile geçtiğini söylemem gerekir. Günler birbirini istisnasız böyle kovalarken akşamların huzur dolu kucağına sığınmayı beklemek sabırsızlandırırdı beni. Tek bir hayale odaklanarak geçen bu bekleyiş sabırsızlandırdığı gibi keyiflendirirdi de. Ancak akşam olunca tüm hayatım değişir, teselli bulurdum. Nükhet’in doygun bedeninde doymaya çalışırdım. Benim için o, özlemiyle dolduğum bambaşka bir dünyaydı.
Nükhet, ilçenin merkezindeki en otoriter kadınlardandı. Eşi Ercan Abi Yüreğir’de bir kışlada görev yapıyordu ve çoğu zaman gerek yolun uzun olması gerekse işlerinin yoğunluğu nedeniyle Tarsus’a gelemezdi. Ruhumun zehirlenmemesi için Nükhet’e Ercan Abi ile aralarındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu sormaya her zaman çekinirdim. O ve arkadaşları bazen evde toplanıp kart oynasalar da vakit geçirmek için yapabilecek pek bir şey bulabildikleri söylenemezdi. Hatta semt dedikodularından bunaldığını, artık başka bir şeyle ilgilenmek istediğini durmadan tekrarlardı. Tüm bu sıkıntıdan kaçışın, rahat ve sakin olduğu tek zamanın benimle geçtiğini söylerdi. Bu yüzden Nükhet için de sadece ben vardım ancak oyalanacağı küçük bir çocuk olarak.
Kart oynamadığı, gün içinde benim de meşgul olduğum saatlerin çok sıkıcı olduğunu söylediğinde ona güzel bir köpek almaya karar verdim ve bir gün sabah erkenden işimi bitirip tekrardan merkeze indim. Çocukluk arkadaşlarımdan birisi cins köpekleri hem cinsleriyle çiftleştirip doğan yavruları belirli bir fiyat karşılığında heveslilerine satıyordu. Elinde ancak gelişmiş bir rottweiler bulabildim. Erkenden davranmak adına köpeği tereddüt ederek Nükhet’e bıraktım. Sevdi mi bilemem ama onunla epey ilgilenmiş görünüyordu. Zaman geçtikçe de ona alıştık. Köpek ile meşgul olmak ikimizin de pek bir hoşuna gidiyordu. Şimdi bir şekilde tamamlanmış gibiydik. Hatta Nükhet mitolojiye olan merakından dolayı köpeğe mitolojik bir isim koymaya karar vermişti. Onu en çok etkileyen karakterin Oedipus olduğunu ve köpeğimize onun adını vereceğini önceden tahmin ediyordum. Haklı da çıkmıştım.
Ercan Abi’nin Kıbrıs Harekatı’nda görev aldığı zamanlar Nükhet ile en sık görüştüğümüz zamanlardı. Geceleri onunla kalabiliyordum. Sanki benim Ercan Abi’den değil de onun benden ödünç aldığı bir kadını sahipleniyordum. Ne kadar aşık olduğumu hiçbir zaman kestiremedim ancak ne derece tutsak hissettiğimi zaman zaman fark edebiliyordum. Yine de sorgulamadan ilerliyordum. Beni aptal zannetmeyin. Tecrübelerinizden bilirsiniz ki bilmek insanın canını en çok acıtandır. İlgilendiğim asıl şey gerçekten mutlu hissetmekti.
Aradan bir ay kadar bir süre geçmişti. Herşey alışıldık bir şekilde ilerliyordu. Gayet huzurluydum ve kendimi Nükhet’e ait hissediyordum. Her akşam uyumadan önce uzun uzun sevişip sonrasında çırılçıplak uykuya dalıyorduk. Gece boyu onun narin bedenine dolanıp uykuya dalmanın nasıl zevk verdiğini, ruhumun varlığımdan nasıl taştığını, fakat en başta böyle bir tutkuyu anlayabilir misiniz? “Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda […] duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan arzu).” [1]
Bir gece uykudan uyandım, sersem gibiydim. İçtiğimiz rakının sarhoşluğu henüz geçmemişti. Tuvalete gitmem gerekiyordu. İşimi hızlı bir şekilde halledip rahat uykuma geri dönmeliydim. Evi artık ezbere bildiğimden komodindeki ışığı yakmaya yeltenmedim bile. Adımlarımı yere basmak için attığım anda bir havlama sesinin ardından çığlık atmaya başladım. En son hatırladığım görüntü Nükhet’in uyanıp lambayı yakması ve gördüğü şey karşısında dehşete kapılıp iki eliyle bağırmamak için ağzını kapaması oldu. İnlerken ellerimi kasıklarıma götürdüm. Penisim kanlar içindeydi. Sonrası fazlaca bulanıktır zihnimde.
O geceyi ve ondan sonraki iki haftayı hastanede geçirdim. Tüm bunların nasıl gerçekleştiğini doktorlara anlatırken içimde fiziksel acıdan daha fazlasını duydum. Penisimin kopan kısmı bulunamamıştı. Bulunmuş olsa da işlevini tamamen yitirmiş, ereksiyon olamayan ek bir parça ile hayata devam ediyor olacaktım. Belki de çoraplar penisimin vekilleri olmayacaktı. Minibüslerde, düğünlerde, aile ziyaretlerinde pantolonumun üzerinden bile gözlemlenebilen bir organıın işlevsiz de olsa varlığından şüphe duymayacaktım.
Doktorlara babama durumu anlatmamalarını rica ettim, bu yüzden ona ağır bir enfeksiyon durumu olduğunu ilettiler. Buna o an inandılarsa da ilçeden ayrıldıktan sonra gerçeği duyup öğrendiklerine eminim. Nükhet’in evinde o saatte ne yaptığıma, ne olup bittiğine bir türlü anlam verememişlerdi. Olayın yaşandığı geceden sonra Nükhet ise hastaneye bir daha gelmedi. Neticede onun evinden gecenin o vaktinde çıplak bir halde ambulansa taşınmıştım. Elbette görenler olmuştu. Bunun verdiği utanç ile beni ziyarete gelmediğine emindim. Sonuç ne olursa olsun bunu telafi etmeye hazırdım. Beraber kaçmayı teklif edecektim ona. Hayır, yüzüne bile bakamazdım. Kapıyı açtığında alıp götürecektim onu bu uğursuz yerden. Onu kaybetmekten ne kadar korktuğumu anlatacaktım. Benimle gelmeyeceğini düşündükçe öfkeden kuduruyordum. Dünyanın başıma yıkılmasını, hatta ölmeyi istedim defalarca.
Nükhet’in benimle uzaklara gelmeyi kabul edeceğine ikna ettim kendimi. O benim utancımı gören tek kişiydi. Ben giderken o burda kalamazdı. Utancımı gören kişinin yok olmasını ya da benimle hapsolmasını istiyordum. Bu düşünceye saplanıp kalmıştım. Ben Nükhet’i yok edemezdim, buna gücüm yoktu ancak onu benimle birlikte götürmek sırrımı yanımda, güvende tutmak gibi geliyordu bana. Bizi bilmedikleri yeni bir hayata onu da mahkum edebilirdim. Beni anlayacağına inanıyordum. Nasıl hissettiğini, bana karşı duygularını öğrenmek istiyordum. Belki saatlerce olan biten için ağlardık önce, sonrasında bana elini uzatır ve uzaklara gitmeyi kabul ederdi. Sadece duygusal bağımızdan dolayı değil, bütün bu olan bitene beraber şahit olduğumuz için çektiğim acıyı anlayabilecek olan yine o idi. Başımıza gelenlerin onu da ne kadar sarstığını düşünebiliyordum. Hiç üzülmemiş olamazdı. Beni isteyecekti yine. Eskiden olduğu gibi boynuma atılacaktı. Ben de omuzlarında ağlayacaktım. Ne olacağını onu görmeden bilemezdim bu yüzden taburcu olduktan hemen sonra bir gündüz vakti ayaklarım beni Nükhet’e sürükledi. Kapıyı biraz tereddüt ettikten sonra çalabildim. İçerden o hain köpeğin havlama sesi gelse de kapı bir türlü açılmadı. Sonraki gün de öyle. Diğer günler de.
Mahallede dolanırken herkesin bana ne gözle baktığını biliyordum artık. “…Her geçtiğim yerde beni karşılayan ve teşyi eden hazin baş sallamaları, kendisini gizlemeğe çalışan merhametli tebessümler, daha hoyratlarında yüzüme karşı hain gülmeler başlamıştı.” [2] Evet, tüm Tarsus benim artık bir erkek olmadığımı biliyordu. Anladım ki Nükhet’le kavuşma hayalini daha fazla kurmamalıydım. Sırrım ortalığa yayılmıştı artık kaçma vaktim gelmişti. Bunlar beni zehirliyordu. Ben artık bir hiçtim.
Eve koştum, pılımı pırtımı toplarken bütün o “ne oldu?” sorularına cevap vermeden bir daha dönmemek üzere Nükhet dahil her şeyden nefret ederek evden ayrıldım.
Tren garına vardığımda erkekliğimle beraber gururumu da terk edip ağlamaya başladım. Hıçkırıklar peşi sıra takılıyordu boğazıma. Yitirdiğim şeylere lanetler yağdırıyordum. “Hala kendime gelebilmiş değil[d]im! Her şey bir düş gibi gelip geç[miş]ti. Aşkım bile… Oysa gerçek, güçlü bir aşktı benimki, ama… nereye gitti o sevgi? Ne yalan söyleyeyim, arada bir şöyle düşünüyorum: ‘Deli miydim acaba o zaman? Akıl hastanesinde mi yatıyordum? Kim bilir, belki hala yatıyorumdur da… ‘Düş görüyordum’ belki, hala da görüyorum…” [3]
****
İzmir’e geldiğim vakit arkadaşım İbrahim’i aradım. İbrahim, evliydi ve iki yaşında Yusuf adında bir oğlu vardı. Çalıştırdığı kıraathane tek geçim kaynağıydı. Vakit kaybetmeden kıraathanede onun yanında işe başlayıp kısa bir zaman sonra da aynı semtte başka bir eve taşındım. Tüm gün semaverin başında çayları doldururken aylak adamların politikadan, belediyeden ve cinsellikten açtıkları saçma muhabbetlere arada laf yetiştiriyordum. Önce hükümetin halinden kısaca dem vurulduktan sonra uzun uzun kim kiminle düşüp kalkıyor, hangi adamlar ne tür arzularla dolu herşey ortaya dökülüverirdi. En nihayetinde laf yine dönüp dolaşıp bana dokunurdu: “Ee Mehmet Abi, senin karılardan ne haber?” Muhabbet buraya gelince ben de onlara katılıverirdim. Adana’daki pavyon maceralarımdan başlar, Tepecik’te son bulan uydurma hikayelerimi anlatırdım. Her zaman bakımlı olduğum için semtte de birçok kadın bana abayı yakmıştı zaten. Bu da kahvedekilerin anlattığım hikayelere inanmasını her zaman kolaylaştırıyordu.
Ailemi o günden sonra asla aramadım. Benim eksikliğim ilçede mutlaka yayılmıştı. Babam da annem de onları daha fazla utandırmadan ayrıldığım için eminim ki huzurludurlar. Ben de bir o kadar huzurlu sayılırdım. Bir aileye sahip olamasam da ayıbımı görecek kimsem olmadığı için içim çok rahattı. Üstelik yeni hayatım sanki evde bir eşim varmışçasına oldukça düzenli ve tertipliydi. İbrahim’in eşi Hümeyra, sağolsun, kendi evinin işleriyle ilgilendiği kadar benimkilerle de ilgileniyordu. Yedek anahtarıyla sabah işe gittiğimde evime girip ortalığı bir güzel temizliyor, çamaşırlarımı çitiliyor, bir önceki günün yıkanmış çamaşırlarını ütülüyordu. Ben de akşam eve girmeden önce mutlaka yanlarına gider, yemeğimi onlarla birlikte yiyip yatmak için tekrar evime dönerdim.
İzmir’deki hayatım hızlı bir şekilde ilerliyordu. Yıllar bir sonrakini kovaladıkça zaman Nükhet’e olan nefretimi söndürürken görüntüsünü de zihnimde silikleştiriyordu. İlk önce burnunun şekli, daha sonra dudaklarının kalınlığı silinmişti. Sonrasında ise kirpikleri, kaşları, gözleri ve belinin kıvrımı yok olup gitmişti. Ancak kabuslarım hep yeniydi: penisimin kayıp parçasına bakıp bakıp gülen kadınlar, bana tecavüz eden erkekler, Oedipus’un dişleri, penisimin eriyip kaybolduğu ağızlar…
***
Bir gece Nükhet’in evine gidiyorum. Üzerinde en sevdiğim beyaz geceliği var. Dalgalı saçlarını açık bırakmış. Hiç vakit kaybetmeden özlem ile sarılıyorum, kokluyorum. Sevişmeye başlıyoruz. Aşağıya kasıklarıma iniyor dudakları. Ağzında büyüdükçe büyüyor penisim. Telaşlanıyorum. Ellerimle kavrayıp durdurmaya çalışıyorum, ancak büyüme hızını kesemiyorum. Fark etmiyormuşçasına Nükhet devam ediyor. Titriyorum korkumdan. Bir kahkaha çınlıyor kulağımda. Nükhet’in değil. Etrafıma bakıyorum. “Dur biraz,” diyorum. Beni duymuyor. Bağırıyorum. “Kes şunu,” diyorum. Penisimi ağzından hızlı bir şekilde çekip çıkarmak istiyorum. Çektikçe büyüyor, ucunu göremiyorum. Havlama sesi duyuyorum. O an penisim Nükhet’in ağzında eriyip yitiyor.
***
Kahvede anlattığım gibi bir mevzudur gidiyordu. Benim müzmin bekarlığım erkek kadın fark etmeden dillerden düşmüyordu. Sözde mahalleye yeni taşınan kadınlarla yatıp kalkıyordum. Bana yeğenlerini, kız kardeşlerini, uzaktan akrabalarını, çocuksuz dul kadınları, beğendirmeye uğraşıyorlardı. Hepsine bir bahane bulup geçiştiriyordum. Buna rağmen ne ben yalan ilişkiler uydurmaktan usanıyordum ne de diğerleri arabuluculuktan sıkılıyordu. Yine de anlatacak durumda olmadığım zamanlar ısrarlardan boğulduğum da oluyordu.
Tüm bu gürültüden bunaldığım bir gün işi öğlen vakti bırakıp eve döndüm. Ilık bir duş alıp biraz uzanırım diye düşünüyordum. Duştayken elimi penisime götürüp boşluğunu yokladım. Nasıl olur da bir eksiklikle bu kadar hiçleşebilirdim? Başka erkeklerin gururunu kıskanıyordum açıkçası. Kahvedeki arkadaşlar doğal bir şekilde bacaklarını açarak otururken gözüm hep takılıveriyordu. Acaba benim durumumda olan başkaları var mı diye takıntılı bir şekilde penislerine dikiyordum gözlerimi. Herşeyden önce birşeylere ait olamıyordum. Bunu nasıl telafi etmeliydim? “Kimi zaman insan en olmayacak düşünceye öylesine kapılır ki, sonunda olağan görmeye başlar onu… Dahası var: Bu düşünce güçlü bir tutkuyla birleşirse kaderde olan, kaçınılmaz, gerekli birşey oluverir insanın gözünde!“[4] Banyodayken hep yaptığım gibi kasıklarımı tırnaklarımla deşercesine kaşımaya başladım. Yaralanmak ve kanamasını görmek istiyordum. Nasıl ki uyuz olduğunuzda kaşıntı hem acı hem keyif verir. Benim için de kendimi tatmin etmenin bir yoluydu bu. Zamanla bunun tadını çıkarmaya alıştım. Gerçekten acınacak bir haldeydim. Tutkularımın kaderimi nasıl belirlediğine şahit oluyordum. Bir kadını ödünç almanın cezasıdır bu, diye düşündüm. Kurulanırken de aynı düşüncelere saplanıp kalmıştım. Sinirimden havluyu bir kenara atıp banyodan çıktım. Hümeyra karşımdaydı ve iki eliyle bağırmamak için ağzını kapadı ve ben yıllar sonra Nükhet’i ilk defa unuttuğum bütün yüz hatlarıyla tekrar anımsadım: O geceyi, Nükhet’in çığlık atarken elleriyle ağzını nasıl kapattığını… Ani bir tepki ile elimi kasıklarıma siper ettim ve yatak odasına kaçtım. Saniyeler sonra kapı çarptı.
Akşamki yemeğe gitmemeyi düşünüyordum. Ancak aklım daha fazlasıyla meşguldü. Sırrımın açığa çıkması beni yine bulunduğum yeri terk etmeye itiyordu. Bu sefer yirmi yaşında bir delikanlı değildim, buna enerjim yetmezdi. Başka şehirlerde tanıdığım kimseler ve gideceğim bir yerim, yeniden başlayacak gücüm de yoktu. Hümeyra bunu anlatamayacak kadar çekingen bir kadın olduğundan İbrahim’in duyduğuna ihtimal vermiyordum. Ancak yine de yüzleşmekten korkuyordum. Biraz zaman sonra bu kötü düşünceleri bir kenara itmeyi başardım ve sakinleştim. Bunca sene bana sahip çıkmış insanların anlayışına sığınıp devam etmek en doğru olanıydı. Yemek için evden çıkıp İbrahim’lere doğru yola koyuldum.
Eve vardığımda İbrahim kapıyı açtı. Her zamanki samimiyeti ile beni karşılayınca biraz rahatladım. Hümeyra ortalıkta görünmüyordu. Sofraya otururken her zaman olduğu gibi Yusuf’u kucağıma alıp İbrahim’in karşısına oturdum. Hümeyra mutfaktan elinde bir tencereyle geldi. Yüzünde durgun bir ifade vardı. Pek bir iştahı olmadığı için bizimle yemeyeceğini söyleyip kenara çekildi. Benim de iştahım kalmamıştı. Konuya nasıl gireceğimi bilemiyordum. Açılmaya dilim varmıyordu. İbrahim ise her zamanki gibi kahve dedikodularından lafı açıyordu. Tesadüf müdür bilemem ama mahalledeki Hakkı’nın karısı ile yaşadığı son macerayı aktarırken beni hayrete düşüren bir şey söyledi. “Kadın, onun şeyini kesip köpeklere atacağını söylemiş,” deyip kahkahayı basıverdi. Demek İbrahim de duymuştu artık! Yerimde duramadım. Masadaki ekmek doğrama bıçağını Yusuf’un penisine dayadım. “Şimdi de komik mi lan?”
Hümeyra çığlık attı. İbrahim ise gözlerindeki korku ifadesi ile bana bakıyordu. Sakin olmamı işaret eden titrek elleriyle öylece donup kaldı.
“Ulan senelerce erkekliğimi yaşayamadım. Sizin tüm o yatak maceralarınıza olmayan kadınlar, yalandan çapkınlıklarla katılmak zorunda kaldım. Gitmiyorum lan bir yere! Sizi göndereceğim ama ben kaçmayacağım,” Ağzıma ne gelirse saymaya, küfürler savurmaya devam ederken Yusuf’un karnına sapladım bıçağı. Hiçbir şey hissetmiyordum. Kopan çığlıklar kulağımda sadece birer uğultuydu. Hümeyra çocuğuna doğru yöneldi. Bıçağı kaldırıp onu omuzundan yaraladım. İbrahim ani bir hareketle elimdeki bıçağı almaya yeltendi. Gördüğüm herşey birer karartı gibiydi. Kan beynime sıçradı, der ya hani gözü dönmüşler. O anda yaşadığım şey tamamen buydu. Gölgeler hatırlıyorum mesela. Bir ağırlık yavaşça, belime dolanarak ayaklarıma kapaklanıyor. Eğiliyorum. Kolumu kaldırıp kaldırıp karartıya saplıyorum. Arkamdaki inleyen kadın sesine yöneliyorum. Nükhet’in ağzını kapadığı elleri gözümün önüne geliyor. İnce beyaz parmakları bu korkuyu gizlemek için çok acemi ve güçsüz görünüyor. Yaşanan bu kıyametle başa çıkamayacak kadar narinler. Bıçağı ellerin olduğu yöne savurup savurup duruyorum. Hızımı alamıyorum, tekmeler atıyorum. Masanın üzerindeki tencereyi alıp ellerine vuruyorum, tencereyi bırakıp bıçağı alıyorum tekrar. Gözlerine, ağzına saplayıp duruyorum.
****
Bitkin bir şekilde yığılıp kalıyorum dizlerimin üzerine. Kalbimin çarpıntısını dinliyorum. Çok kez böyle atmıştı ancak bu sefer zaferini kutluyor gibi coşuyordu çünkü artık sırrım güvendeydi. Biraz sonra çalan zil ile ayağa kalkıp İbrahim’in cansız bedenine yöneldim. Pantolonunu açıp cinsel organını kestim. Başkalarındaki boşluğu hep merak ederdim.
[1] Kundera, Milan. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği. İstanbul: Can, 2015.
[2] Tanpınar, Ahmet Hamdi. Saatleri Ayarlama Enstitüsü. İstanbul: Dergah, 2008.
[3] Dostoyevski,Fyodor Mihayloviç. Kumarbaz. İstanbul: İletişim, 2014.
[4] A.g.e.
Bir cevap yazın