- köyü henüz aydınlanmak üzereydi. Köyün üzerinde yağmurun yağacağına delalet iki kara bulut geziniyordu. Sokak lambaları da ha söndü ha sönecekti. Köyün dışına doğru koyunları sürmekte olan Mahmut’la Hasan Hüseyin kendi aralarında sohbete dalmış koyunların peşi sıra yürüyordu.
- Yak bi cigara dedi Mahmut.
- Mahmut abi biri görür bizimkilere söyler.
- Yak sen bir şey olmaz.
Hasan Hüseyin henüz yedi sekiz yaşlarında üstünde eski püskü bir pantolon, omzundan darbe almış bir parke, ayaklarında, büyük ihtimalle abisinden kalma asker botu vardı. Hasan Hüseyin küçücük eliyle Mahmut’un uzattığı sigarayı ağzına götürdü. Mahmut da hem kendi hem de onun sigarasını yaktı. Hasan Hüseyin acemiliğin de etkisiyle sigarayı içine öyle çekti ki derin derin öksürmek zorunda kaldı. Mahmut bir kahkaha patlattı. Öksüren Hasan Hüseyin:
- Abi be dedi, şehre inecek olursan beni de götürsene.
Yaşça daha büyük, uzun boylu, esmer, siyah saçlı ve kirli sakallarıyla tam bir köy delikanlısını andıran Mahmut, Hasan Hüseyine bakıp güldü:
- Sen şehri gördün mü?
- Şehre birkaç yıl önce hasta olduğumda hastaneye götürmüşlerdi ama hastaneden başka yeri göremedim. Şehrin nasıl bir yer olduğunu çok merak ediyorum.
- Şehrin içinde büyük bir meydan vardır. Çay bahçeleri, meyhaneler, çocuk parkları ve kocaman bir pazar yeri. Ben şehre indiğimde daha çok meydanda geziyorum. Bir sürü güzel kız var. Ah biri var ki ne zaman o meydana gitsem karşıma çıkıyor.
Mahmut sigarasını derin derin çekti. Bu arada gökyüzünü bulutlar sarmış hava da iyice aydınlanmaya başlamıştı. Onlar da köyün karşısındaki nehre varmışlar sudan geçmek için paçalarını sıvamaya başlamışlardı. Bu arada koyunlar nehre yanaşıp su içmekteydiler. Mevsim bahar olmasına rağmen nehrin suyu hala çelik gibiydi. Mahmut’la Hasan Hüseyin buna iyice alışsa gerek hiç duraksamadan nehrin karşısına geçtiler.
- Abi güzel dediğin kızla tanıştın mı?
- Ne tanışması Hasan Hüseyin ismini bile bilmiyorum fakat ne zaman meydana insem hep onu görüyorum. Zengin olduğu giyiminden kuşamından belli. Hem benim gibi bir çulsuza bakar mı onun gibileri.
- Yakışıklısın ama Mahmut abi. Senin gibi birini nerede bulacak.
Mahmut Hasan Hüseyin’in son sözlerinden etkilense gerek ne zamandır yıkanmamış saçlarını eliyle düzeltti. Demek yakışıklıyım diye düşündü ve kendince gülümsedi.
- Yakışıklı olmak yetmiyor be Hasan Hüseyin. Daha küçüksün bunları anlaman zor. Hem biz köylüyüz onlar şehirli.
- Abi unutuyordum akşama Remzi abinin asker eğlencesi varmış.
- Varmış da ne olmuş Hasan Hüseyin?
- Sen gelmeyecek misin?
- Kesin değil. Az biraz işim var.
- Ne işin var abi. Gel işte. Davullu zurnalı eğlence hem sen de askere gitmeyecek misin o da senin eğlencene gelmez.
- Ben asker eğlencesi yapmayacağım Hasan Hüseyin.
- Neden abi?
Tam o anda koyunlar yakındaki bir bahçeye doğru koşmaya başlamıştı. İkisi de konuşmaya daldıklarından önce bu durumu fark etmediler. Sonradan Mahmut koyunların bahçeye doğru ilerlediğini görünce:
- Hasan Hüseyin kalk. Koyunlar bahçeye giriyor. Hemen önlerine koşalım dedi.
Mahmut bir yandan Hasan Hüseyin bir yandan koyunları çevirmek için bahçeye doğru koşmaya başladılar. Koyunların önünü çevirdiler ama birkaç koyunun bahçeye girmesini engelleyememişlerdi. Koyunları çevirdikten sonra başka bir yeşilliğe doğru koyunları sürmeye başladılar.
- Abi asker eğlencesi yapmayacağım diyordun. Nedenini söylemedin.
- Askere gitmek istemiyorum. Bu yüzden eğlence de yapmak istemiyorum.
- Abi herkes askere gidiyor.
- Herkes gidiyor diye benim de gitmem gerekir mi? Gittim diyelim koyunlara kim bakacak? Annem yalnız kalacak.
- Biz varız Mahmut abi. Koyunlara da annene de bakarız sen merak etme.
Tam o anda uzaktan bir kadın göründü. Kadın yaklaştıkça kamburundan yaşlı bir kadın olduğu anlaşılıyordu. Başında yazması, üzerinde hırkası ve fistanı, ayağında lastik ayakkabılarıyla gelen Mahmut’un halasından başkası değildi. Kadın iyice yaklaşınca:
- Kolay gelsin bakalım çocuklar dedi.
Mahmut ve Hasan Hüseyin aynı anda:
- Sağolasın hala Allah razı olsun. Nereden geliyorsun bu saatte?
- Bahçeye domates ve biber toplamaya gitmiştim.
Kadın sırtındaki çıkınını yere indirip:
- Hadi buraya gelin de size domates biber vereyim. Acıkmışsınızdır. Hem siz bir şeyler yediniz mi?
- Henüz yemedik dedi Mahmut.
- Ben de yemedim dedi halası da.
- O zaman Hasan Hüseyin’le ben biraz odun toplayalım. Çay koyarız. Biraz da ekmeğimiz peynirimiz var dedi Mahmut.
- Hadi o zaman davranın bakalım.
Mahmut’la Hasan Hüseyin ayağa kalktı. Etraftan çalı çırpı topladıktan sonra Mahmut çantasından babadan kalma eskimiş çinko bir çaydanlık çıkardı. Ateşi yaktı. Çayı da koydu. Halası da çıkınından domates ve biberleri çıkardı. Yere bir örtü serildi. Hep beraber oturuldu.
- Mahmut, dedi halası, askere ne zaman gidiyorsun?
- Üç ay sonra.
- Git oğlum git. Biran önce askerliğini yap gel. Sonra da nasipse birisiyle evlenirsin.
- Git demek kolay hala.
Lafa karışan Hasan Hüseyin:
- Hala Mahmut abi askere gitmek istemiyormuş. Hem asker eğlencesi de yapmayacakmış.
- Olur mu öyle şey Mahmutum. Senin asker eğlencende yemekleri ben yapacağım.
- Saolasın hala ama askere gidince anama kim bakacak koyunları kim güdecek?
- Bunlar kafaya takılır mı Mahmutum. Sen hiç merak etme onlar bize emanet. Sen Allah’ın izniyle askerliğini yap gel de. İnşallah düğününü de görmek nasip olur bizlere.
Mahmut başını önüne eğdi. Askerlik kolay bir şey değildi. Çocukluğundan beri köylülerden askerlikle ilgili onca hikaye dinlemişti. Askerde dayak mı ararsın, küfür mü ararsın. Mahmut sessiz biri olduğundan askerde ezileceğinden adı gibi emindi. Askerde hastalanmaktan bile korkuyordu. Bunları düşününce içi ürperdi.
- Mahmut ne düşünüyorsun yine. Anlat oğlum bize. İçine atma.
- Askerde dayak varmış hala.
- Oğlum askerlik peygamber ocağıdır. Hiç korkma. Yanlış bir şey yapmadıktan sonra seni kim dövecek. Köydekilerin anlattıklarına bakma sen. Onlar bire bin katarak anlatır. Hem buna da kendileri de inanır.
- Mahmut abi aslan gibidir. Allah’ın izniyle askerliği de aslan gibi yapar. Hem sana yakışıyor mu abi bunları kafana takmak. Dövüyorlarsa senin de elin var ayağın var. Sen de vur.
- Hasan Hüseyin sen küçüksün. Bunları anlayacak yaşta değilsin. Hem askerlerden çok komutanlar dövüyormuş.
- Mahmutum sen iyi kötü okul okudun. Askerde bunun da faydasını görürsün. Gör bak korkularının askere gidince yersiz olduğunu göreceksin.
Çay demlenince halaları çaydanlığı ocaktan alıp bardaklara çayları doldurdu. Hava olabildiğine bungundu. Ha yağdı ha yağacak olan hava üç gündür böyleydi. Kara bulutlar sabah gökyüzünde beliriyor akşama doğru dağılıyordu. Mahmut çaya şeker atıp karıştırdı.
- Hala be, dedi, şehre her inişimde meydanda bir kız karşıma çıkıyor.
- Bak sen dedi hala.
- Kız önceleri dikkatimi çekmedi ama sonradan kızdan gittikçe hoşlanmaya başladım. Kızın zengin olduğu her halinden belli.
Bu arada Mahmut yemek yemeği bıraktı. Yalnız çay içiyordu. Sigarasını yaktı. Hala ile Hasan Hüseyin afiyetle yemeklerini yiyorlardı.
- Oğlum sen önce askerliğini yap gel. Sana en güzel kızı alırız.
- Düşündüm de acaba o kızla evlenebilir miyim?
- Neyin nesi ki? Araştırdın mı Mahmutum.
- Ne araştırması hala adını bilmiyorum.
- Ha şunu söylesene. Bu gelip geçici hevestir. Bir anlık hoşlanmadır. Hem senin okuldan biri vardı ona ne oldu.
- Ayşe’ye mi diyorsun hala?
Hasan Hüseyin güldü.
- Mahmut abi amma da çapkınmışsın.
- Ne çapkınlığı Hasan Hüseyin sana Ayşe’den daha önce bahsetmedim mi?
- Yoo hiç de bahsetmedin.
- Sana bir ara anlatırım. Ayşe’den ayrılalı uzun süre oldu. Zaten sevgili bile değildik. Çocukluktan başka şey değildi anlayacağın hala.
- Çocukluk olur mu Mahmutum. İnsan ergen olduktan sonra çocukluk diye bir şey kalmaz. Bu yalnız Allah katında değil insanlar arasında da böyledir dedi halası.
- Öyle ama hala daha kaç yaşındayız ki?
- Olsun Mahmutum. Artık askere gidecek yaşa geldin.
- Şehirdeki kızı gördüğümden beri Ayşe’yi fala düşündüğüm yok.
- Ayşe iyi kızdı be Mahmutum. Hem bize uygun bizi anlayabilecek biriydi. Ne de olsa köylü kızı.
- Köyü sevmiyorum hala. Köylüleri de sevmiyorum. Buralar bana göre değil. Ben askerden dönünce koyunları satıp şehre yerleşeceğim. Anamı da yanıma alacağım.
- Şehir bizlere göre değil halacım. Hem bak koyunların da evin de var burada. Şehirde ne yaparsın. Kirada kaç gün kalırsın. İşsiz kalırsan ne yaparsın? Orada sana ekmek veren de olmaz.
- Olmazsa olmasın hala. Bir sürü fabrika var. Birinden çıksam başka birine girerim. Belki de o kızla tanışıp evlenirim de.
Halası güldü.
- Seni gidi deli oğlan. Sessiz sakinsin ama aklına koyduğun bir şeyi de yaparsın. Çocukluğundan beri böyleydin sen. Yeter ki aklına bir şey düşsün. Muhakkak hakkından gelirsin ama şehir seni bozar. Ananla bir başınıza aç susuz kalırsınız.
- Hala, içimi karartıyorsun. Destek olacağın yerde köstek oluyorsun. Şimdi yapamazsam hayatım boyunca hiç yapamam bu söylediklerimi.
- A benim halacım, söylediklerinde mantık namına bir şey yok ki. Bunlar yalnızca senin hayalin. Yaşam acımasızdır. Hayalleri dinlemez. Rüzgar gibi yıkar geçer. Farkına bile varamazsın. Ayağa kalktığında iş işten geçmiş olur.
Hasan Hüseyin araya girdi:
- Halacım sen de Mahmut abime çok yüklendin. Bırak da gitsin şehre. Hem burada ömür boyu koyun mu güdecek. Ben bu yaşımda bile bıktım. Okula gitmeye karar verdim. Ben de Mahmut abimin arkasından giderim, değil mi abi?
- Yaşa len Hasan Hüseyin. Oku tabi. Senin kafan çalışıyor. Daha küçüksün ama benim gibi okulu falan bırakayım deme. Seneye yazılırsın ilkokula. Mezun olduktan sonra şehirde bir ortaokula yazdırırız.
Bu sözleri duyan Hasan Hüseyin’in gözlerinin içi gülüyordu. Halası söze karıştı:
- Okuyunca ne olacaksın Hasan Hüseyin?
- Doktor olacağım hala.
- İnşallah evladım inşallah. Doktor ol da bizlere bak ama doktor olunca köyü unutacaksan hiç olma daha iyi.
- Olur mu öyle şey hala. Nasıl unuturum köyü. Her zaman gelir giderim köye. Buradakileri ücretsiz muayene ederim.
- Hadi bakalım hayırlısı diyelim.
Bu arada tek tük yağmur düşmeye başlamıştı. Halaları yemeklerini bitirince ayağa kalktı. Çıkınını topladı. Hasan Hüseyin ateşi söndürdü. Mahmut bir sigara yaktı. Halası müsaade isteyip nehre doğru yürümeye başladı. Mahmut:
- Hasan Hüseyin yağmur daha da bastırabilir. Ne yapsak koyunları köye mi sürsek?
- Mahmut abi baksana havaya. Birazdan sağanağa bile dönüşebilir. Bence de bir an önce köye doğru gidelim. Yağmur bastırırsa nehirden geçemeyiz.
Hasan Hüseyin’le Mahmut yeşilliğe dağılan koyunları bir araya topladılar. Gökyüzü griye çalmış, yerler ıslanmaya başlamıştı. Hasan Hüseyin’in elinde koyunları çevirmek için bir söğütten yapılmış bir sopa, Mahmut’un ağzında çok sevdiği bir türkü yola koyuldular:
Karşıdan Geçti Gelin
Elinde Desti Gelin
Sallan Boyun Göreyim de
Gençliğim Geçti Gelin
Bir cevap yazın