Yazdım önceleri. İçimden geçen sonraları karalayarak söyledim. Söylediklerim aslında söyleyemediklerim idi. Korktuklarım. Umurunda olmadı. Niye olsaydı?
Mutlu sansın diye, geçirdim yüzüme koca bir maskeyi. Öyle bir kocaydı ki, yaşı bilmem kaçtı. Belki o mutlu olurdu, niye ki? Umurunda olmadı. Oysa sonuna dek açıktı gönlümün tezek kokan ahır kapıları. Utandım.
Yazdığım sayfalar, söylediğim sonralar hep sonralara kaldı sonralar. Eskiyen koca maskem düştü. Ne olacak, umurunda olmadı. Başımı göğe, yağan yağmura kaldırdım. Bir bir gitti gönlümün kokusu. Çıplaklaştım. Ama bu kez utanmadım Tanrı’dan. Nasıl olsa utanmazdı Tanrı, yarattığı insandan.
O’nun umurundaydı. Onunsa, umurunda olmadı.
Önceleri yazıya dökülenler, sorulara devretti kendini. Servetini. “Değil mi ki ben tektim? Tektim ve ancak senden ibarettim. Yalnızdım üstelik. Yanı başındayken yalnız. Kimsesizken ayakucunda, değil mi ki ben senden ibarettim? Kalabalık ruhumdu aslonan teslimiyetine. Sorgusuz ve sualsizce. Sen. Sen ah Âhude!”
Yalnızdım. Seni özlediğim zamanlarda, zamanın o en geçmez anlarında ısırırdım dudaklarımı. Geçer, giderdin. Giderdin gitmesine, de, aklına gelmez idim. “Değil mi ki sen çoktun? Çoktun ve çokluğunda boğuldun.”
İşitmeni istediğim şeyler vardı esasında. Duymanı dört gözle beklediğim. Hakkımca. Vardı var olmasına, da, lâl-ı suskun dile ne fayda? Son görevimdi. Lâkin görev ki görevlerin en hası, en âlâsı. Önce boynuna atılası, elleri öpülesi sonra, bakılası suratına. Surata ki cenneti muamma.
Merak etmez miydim hiç duyacakların parçalayacak mı o taş kalbini? Hiç merak etmez miydim görünce coşacak mı şaşkın gözlerin? Ah Âhude! Sorsan ya bana, merak etmez miydim hiç, beni de sevecek mi kurumuş kalbin? Ah Âhude! Değil mi ki ben seni çok sevdim?
Âhude idi bir yârin en yükseğinde.
Dile kolaysa demek ki, çünkü düşmekti şimdi.
Vah Âhude.
Vah ki vah Âhude.
∞
Yâre ömr adanmaz var iken Hak
Gâvur yârlardan düşersen, elbet müstahak.
∞
Bir cevap yazın