koyuluğu battı gözüme,
yüzüne bulut değmiş denizin.
koyu olan herşey gibi,
ıssız,
yalnız,
içine kapanık.
bilhassa kalabalık içinde,
tekilliği belirgin,
koyu olan herşey gibi,
yüzüne bulut değmiş denizin.
sararmış atlaslarda sular kirlidir:
örümcek ağı salınır diplere,
tozlu mercanlar,
çürük mafsallı balıklar,
fosil ahtapotlar.
avlanır kurak iklimin,
nasırlı ellerinde,
asırlık kabir suratlı balıkçılar.
hem nicedir garipsiyorum,
sessizliğinizi,
dilinizi mi yuttunuz,
şükrünüz nerede!
ey kurşuni gözlü balıkçılar,
şükrünüz nerede!
şükürleri bir istiridyeye gizlenmiş,
en dipte,
bulunmayı bekliyor.
bulurlar ise eğer;
inciden bir ecir,
ellerine geçer.
zaten insan dediğimiz beşer,
bir kuru gürültüdür,
kendi sofrasında.
eğri bir kemik,
zoraki bir nabız,
bir damla ilik.
şöyle tutsan bileklerinden sağlamca,
yarısı faniliktir,
yarısı ruhanilik.
o halde;
nedir bu kalabalığın,
çıldırtıcı ritmi,
tatmin olmayan cinneti,
doyumsuz istekleri.
nedir genlerine yapışıp kalmış,
cahilliği,
kanaatsizliği,
öfkesi.
o halde;
nedir evvel köhne kavimlerin,
içine kaçmış,
nefesleri,
hayaletleri,
hiçliği.
nedir bir refleks gibi,
sinirlerinde taşıdığınız
-malum kavimlerin-
ilkelliği,
vahşeti,
medeniyetsizliği.
belki de bu yüzden gözüme battı,
koyuluğu,
yüzüne bulut değmiş denizin.
koyu olan herşey gibi,
dipsiz,
tekinsiz,
esrarengiz.
ah keşke diyorum şu deniz,
şöyle mavi,
şöyle samimi,
şöyle namütenahi,
bir göğe yüzünü değirse de,
biz kuşlarımızı uçursak,
o mavilikte.
ah keşke!
6 ağustos 2016
Bir cevap yazın