Bir bardak kahve.
Bir kalem.
Bir kağıt.
Aşk hikayeleri yazasım da yok. Zorlasam belki, birkaç romantik cümle çıkarabilirim en romantik olmayan organımdan. Kapı mı çaldı? Yoksa fazla düşündüm de yan komşu duvara mı vuruyor? Yok yok, yazıma konsantre olmalıyım. Evet, ne diyordum? Romantik cümleler.. Yok ya hu öyle bir şey; yüzde doksanı tatmin olasıya kadar… Romantizm denilen şey zaten, su bazlı plastik boya.. Kuyruklu hücrelerin kısa yolculuğu. Çok mu sert girdim? Bak yine aynı şey oluyor. Dur bi yudum kahve alayım, anlatacağım, söz!
Romantizm.. Kime göre, Neye göre? Nerede? Nasıl? Ne zaman? Ne için? Ne gerek var bu kadar soruya.. Tek cümleyle; karşı cinse duyulan hazzın maksimum olduğu seviyede, Ona kendini ifade edebilme sanatı. ( her zaman geçerli olmasa da) İlla karşı cinse mi? Yani kasımpatılarla romantizm yaşanmaz mı? Belki sana patıyorlardır, kim bilir? Çocuk gülümsedi, güvercine. Adam, kadının elini tuttu. Kadın, tırtıla öpücük attı. Ne biçim ilişki bu böyle? Tırtılda nereden çıktı? Çocuk, adama gülümsedi. Adam, güvercinin elini tuttu. Tırtıl, kadına, kadın tırtıla sonra hepsi güvercine! Tamam sakinim, ama önce bir yudum daha şu kahveden..
Sen bana bakma sevgili okuyucu, benim kendimle sohbetim çekilmez ama sen çekilecek bir şey illaki bulursun. Lakin bulamasan da sorun değil. Sorun olan; arayamayacak kadar vazgeçmişlerde.
“ Yakma beni! “ dedi kadın. “ Yanarsak, bu sefer beraber yanarız! “ dedi adam. Sustular. Bir ses duymaya çalıştılar beklide? Ya yüreklerinden ya da beyinlerinden… İç ses dediğimiz şeyin dalaktan ya da onikiparmak bağırsağından gelecek hali yoktu. Kadın uykusuzdu. Adam onun uykusuzluğuna, en uykulu gözlerle eşlik ediyordu. Kadın, kırılgandı. Adam isyan ediyordu, geçmişte kalan ama henüz geçememiş zamana… Güvercine gülümseyen çocuk çıkageldi yüreklerinin oyun parkına. Hemen bir salıncak bulup kuruldu küçük poposuyla. Elinde, kafasından büyük pamuklu şeker.. Bir buluta baktı, bir pamuklu şekere. “ Benimki daha büyük “ dedi. Oysa zaman geçtikçe “ Benimki daha büyük! “ cümlesi nitelik ve nicelik bakımından oldukça değişecekti.. Kadın “ Yakma beni! “ dedi. Adam, güldü. Çocuk, “burada sadece ben gülerim!” dedi. Tırtıl öldü!
Aklın karıştı mı sevgili okuyucu? Karıştıysa korkma, hala çalışıyor demektir. Kahvem bitti. Artık duvara vuranda yok. Biliyorum sen de sıkıldın tek düzelikten. Neyse ki bana eşlik ediyorsun şu an tek düze olmayan bir hikayede. Zaman geçiyor…. En büyük kumarı zamanla oynuyoruz aslında. Kazanınca mutluluklara sahip olup, kaybedince acılara maruz kalıyoruz.
Kadın, patıyordu adama. Adamın adı Kasım değildi oysaki… İkisi de çoğu zaman şapşaldı ve daha fazlası aşktı. Karşıdan karşıya geçerken çocuğun elini tutması gibiydi, bir kalpten diğer kalbe geçen sevda cümleleri.
Yaşanmışlıkların hiçbiri hükmetmiyordu şu an ki ruhsal avuntuya. Mantıkla yürek arasında yüz kilometre sabit hızla ilerliyordu git-gel seferleri. İhtiyaç molasını umursayan yoktu ki çaylar asla şirketten olmadı. Ve yolda bir tabela vardı fark edilmeyen; “ Aşk eşittir, mantık bölü zaman!” Yazılı.
Kadın yanmadı.
Adam kendi ateşiyle gecesini aydınlattı.
Çocuk gülümseyerek uyudu.
Çok konuştum…
Ne gerek vardı?
Bir cevap yazın