Güneş buğday tarlalarının üzerindeki kızıllığını kaybetmeye başladı. Sert esen rüzgârla buğdaylar dalgalanıp durdu. Coşkun, engin denizleri seyreder gibi zevkle seyretti Rüstem manzarayı. Ona ait uçsuz bucaksız tarlalara vuran bulutların gölgeleri… Ciğerlerinin dibine kadar doldurdu rüzgârlı havayı. Kollarını açtı sanki kucaklayacaktı uçsuz bucaksız tarlalarını. İktidarını hissetti uzun, güçlü kollarının arasında. Yapacak işi çoktu. Kocaman lastikleri olan siyah arazi aracına bindi. Çek, dedi şoföre.
Çiftliğin yolunu tuttu. Irgatları başıboş bırakmaz olmazdı. Traktörleri tam istediği gibi dizdiler mi? Pulluklar istediği yere kondu mu? Aletler yerli yerinde mi? Şoför ırgatların olduğu yerde durdurdu arabayı. Sen de gel, dedi Rüstem şoföre. Irgatlar yemek yiyorlardı; onu görünce çatalı, kaşığı düzgünce masaya bırakıp ayağa kalktılar. Kafaları önlerine eğik, sıraya girdiler çabucak. Rüstem masanın üstündeki muşambanın çarpıklığına takıldı. Boş verecekti ki gözü camdan dışarı kaydı. O da ne? Traktörün lastiği patlamış öyle duruyor. Adamlar da rahat rahat oturmuş yemek yiyorlar. Göz bebekleri büyüdü. Kara, kalın kaşları çatıldı. Alnındaki çizgiler iyice belirginleşti. Bu ne lan, bu ne, diye kükredi. Adamlar başlarına gelecek olanı çok iyi bilmenin verdiği korkuyla tir tir titremeye başladılar. Rüstem en yakınında duran adamı yakasından tuttu, yere fırlattı. Tekme tokat girişti. Ağzından burnundan gelen kanlara aldırmadı. İnsan evladıdır demedi. Dövdükçe dövdü. Hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp yürümeye başladı. Şoför alışkın olduğu bu olaya aldırmadı. Ağasına karışacak değildi ya. Koşup arabayı çalıştırdı.
Bir ferahlık geldi üstüne Rüstem’in. Biraz yürüdü bu ferahlıkla. Şoför arabayla takip etti onu her zaman yaptığı gibi. Rüstem şoförünü yanından hiç ayırmazdı . Onun sağ kolu, takipçisi gibi bir şeyiydi. Hep yakınında ama yakını değil. Güneş rakı burcuna girmek üzereydi. İşaret etti, gözünü ağasından ayırmayan şoför hemen durdurdu arabayı yanında. Askerden geldiğinden beri hava kararmaya başladığında meyhaneye uğrayıp iki kadeh içerdi. Rakı tek başına içilecek bir meret değil, mutlaka bir yaren ister. Meyhanenin kapısından girdi. Etrafı şöyle bir kolaçan etti. Tanıdık kimse görünmüyordu ortalıkta. Şoförüne işaret etti. Yalnız kaldığında onu çağırırdı Rüstem. Şoför Rüstem’in karşısındaki sandalyeye yerleşti. Ağasının karşısında içecek hali yoktu. Rüstem şimdi anlatacak da anlatacak… Ufak tefek bir adamdı gerçi, Rüstem’in heybeti karşısında iyice küçüldü. Sessizdi, konuşmayı sevmezdi. Sevse de ağasının karşısında konuşacak yürek nerede?
Seni ben büyüttüm lan, ahan küçüktün şöle ! Bir şeyini eksik bırakmadım. O zaman da yanımdan ayrılmazdın. Okula göndermedim de okusan nolcaktın? Yediğin önünde… diye başladı birinci kadehin yarısına gelmeden. Memnunsun tabii sen de. O ananla babanda senin gibi beş tane daha vardı lan. Nolurdu halin? Ağabeyin doktor çıktıysa nolacak? Sen de koskoca Ağa’nın sağ kolusun. Hepsi sayende paşalar gibi yaşıyor be ! Değil mi lan? Cevap versene deyyus! Şoför duyulur duyulmaz bir sesle “ Haklısın Ağam.” dedi. Rüstem’in bir çocuğu olaydı… Babası kız beğenememişti ki Rüstem’e… O öldükten sonra da Rüstem inat yapar gibi yaşı geçkince bir kadınla evlenince… Doktorlar da Rüstem’e, koskoca Rüstem’e senin çocuğun olmaz demişlerdi ya … Ameliyattan sonraydı… Bir daha bu konuyu hiç depreştirmedi Rüstem. Birinci kadehi bitirip ikincisine geçti Rüstem. Sana diyom lan! Cevap versene ! Şoför kulaklarına kadar kızardı. Başına geleceği anladı. Kendini masadan çekti. Ellerini indirdi. Rüstem masa örtüsünü düzeltti. Ayağa kalktı. Şoföre olanca kuvvetiyle bir tokat indirdi. Şoför kılını bile kıpırdatmadı. Kıpırdatsa neler olacağını çok iyi biliyordu. Rüstem masayı düzeltti. Tabakları, bardakları kendince hizaya sokup oturdu. Etrafına bakmadı bile. Ağalarıydı hepsinin. Babası da çaktı mı Allah yarattı demezdi . “ Susmasana lan!” der…Analığı da Rüstem de nasibini alırdı. Hoş sussa da susmasa da sonuç değişmezdi. Babası vurmak için bir bahane bulurdu nasıl olsa.
Şoför belli etmeden Ağasının kadehine baktı. İkinciyi yarılamıştı bile. Sandalyede şöyle bir dikleşti. Kendine çeki düzen verdi. Silik, korkak tavırları kaybolmaya başladı. Cüretkâr ifadeler yerleşti bakışlarına. Zaten ağası eve geç gitmeyi sevmezdi. İyi bir koca vaktinde evine gitmeliydi. Karısı için bunun bir önemi yoktu. Kör olası herif ne kadar geç gelse o kadar iyiydi. Rüstem son yudumu da içti. Kalktı masadan. Şoför de fırladı ayağa. Ağasının yanında durdu. Kıllı koca elleriyle şoförün cılız kollarına tutundu. Şoförün yüzüne sinsi bir ifade yerleşti.
Rüstem merdivenlerden inerken tırabzana tutundu. Çocukken az dayak yememişti analığından tırabzanlardan kaydığı için. Üç yaşından sonra onu büyüten analığı her fırsatta kocasından yediği dayakların bedelini Rüstem’e ödetirdi. Divanın örtüsü niye bozuldu, yastıkları yere kim attı, kilim niye yamuldu, perdenin ucu neden kıvrık… Odan neden muntazam değil Rüstem? Analığının karşısında susar, o sustukça analığı… Çat çat…Bu çocuk da insan evladı demeden… Rüstem de tırabzandan düştü bugün kayarken. Hep söylüyom ama anlayan kim… Babası sert sert bakar, çakaydın deyyusa derdi.
Şoför ağasının kocaman tekerlekli, siyah arazi arabasına binmesine yardım etti. Rüstem tepeden çiftliğe doğru inerken buğday tarlalarının ay ışığı altındaki ihtişamlı manzarasını seyretti. Arabanın camını açtı rüzgârı çekti içine. Tarlalarına karşı kollarını açmayı istedi ama buna mecali yoktu. Çiftliğe varmak üzereydiler. Eve vaktinde gitmek gerek. Rüstem’in vücudunu tedirgin edici bir heyecan sardı.
Çiftliğin girişinde, ıssız yoldaki müştemilatın önünde şoför arabayı durdurdu. Her akşam yaptıkları gibi şoför önde Rüstem arkada müştemilata girdiler. Şoför ağasına seni deyyus seni diyerek tekmeyi geçirdi. Yere düşen ağasına ayağa kalkma fırsatını tanımadan bir tekme daha … Ağasının inlemeleri… Şoförün küfürleri, küfürleri tamamlayan tekmeleri… Ağası kes lan diyene kadar… Rüstem, kıllı koca elleriyle şoförün cılız kollarına tutunarak eve doğru yürüdü. İçi ferah ve rahat… Her akşam olduğu gibi huzurla girdi evinin kapısından. Şoför karısına teslim etti ağasını. Karısı Allah belanı versin, kahrolası deyyus, diyerek yatağına yatırdı Rüstem’i. Kaderine lanetler yağdırdı, yetmedi küfürler savurdu, yetmedi sabaha aslan kesileceğini bildiği kocasına koynuna girmeden iki tekme attı. Rüstem karısına sımsıkı sarılarak derin bir uykuya daldı.
Bir cevap yazın