Sayın Mehmet Özgür Ersan,
1999 Marmara Depremi olmasaydı, şiir kitabım basılmak üzereydi.
İstesem dünyayı avucumun içine alabileceğimi ve her şeyin mümkün olabileceğini
düşündüğüm günlerimi aşkla, sevgiyle, şiirle, öyküyle, romanla, dergiyle, kitapla kısaca
edebiyatla geçiriyordum. En mutlu olduğum günlermiş…
İnsanlarla tanışıyor, tavsiyelerini alıyor, bir şeyler öğrenebilmek için çırpınıyor, deliler gibi
okuyor ve aynı hızla yazmaya çalışıyordum. Bin bir güçlük içerisinde tek kopya yapabildiğim
dosyamı, yayınevine götürecek şair abimizin evinin yerle bir olması hem şiirlerimi hem de
hayallerimi alıp götürüyordu. Kendisi depremden kurtulmasına karşın dosyamın enkaz altında
kalmasına benden çok üzülmüştü. “Gel, arayalım, bulabiliriz” dese de insanlar canlarıyla
uğraşırken şiir dosyası aramayı kendime yakıştıramadım.
Şu an kimin dediğini hatırlamıyorum ancak “şiirle uğraşmak isteyen herkes yazdığı ilk
şiirleri yakmalı ve yazmaya en baştan başlamalı” sözü aklıma geldi. Şiirlerimin başına benzer bir
şeyin geldiği yönünde kendimi avutmaya çalışsam da gerçek bir şair olmadığımdan bunu
başaramadım. Yaşadığım duygusal yıkım sonucu şiirle, öyküyle ve romanla bütün bağımı kesme
kararı aldım. Kitaplarımı arkadaşlarıma ve kütüphanelere dağıtarak hepsinden kurtuldum. Şu an
ne kadar ahmakça bir karar olduğunu düşünsem de, yıllarca kararımın arkasında durmayı
başardığım görülüyor.
Şiirden uzaklaşmış olsam da, okumaktan ve yazmaktan kopamadığım için çeşitli
dergilerde ve internet sitelerinde yazılar yazdım. Ne var ki, şiirle iç içe olduğum günlerdeki tadı
asla bulamadım. Ve hiçbir şey o zamanki kadar anlamlı gelmedi.
Şiirden uzaklaştıkça her geçen gün katılaştığımın, içimdeki hüznü öldürdüğümün ve
çekilmez bir adama dönüştüğümün de hiç farkına varamamışım. Bazı zamanlar kendimi
tanımakta zorlansam da, her zaman suçlayacak bir şeyleri veya birilerini bulmayı hep
başarmışım. Son günlerde bu halden çıkmaya başladığımı hissediyorum. Yeniden şiir okuyor,
yeniden türkü dinliyor ve yeniden hüzünleniyorum. Niçin ve nasıl olduğuna şimdilik değinmek
istemiyorum.
Eski günlerde, yazdığım her şiiri büyükçe bir deftere kaydeden ve “sen ilerde ünlü bir şair
olduğunda ben bunları satıp köşeyi döneceğim” diyen bir arkadaşım vardı, Ahmet Refik. Yirmili
yaşlarda olmamıza karşın ben onun gözünde dünyanın en iyi “şairiydim”. Belli etmesem de,
onun, bu davranışı beni çok mutlu ederdi.
Aradan geçen yirmi yıldan sonra şiirlerimin hala bu arkadaşımda olabileceğini
hatırlayıverdim. Hatırlamaktan çok, nasıl unutmuşum, zihnimden nasıl çıkarmışım asla
anlayamayacağım. Refik’i aradım. Şiirlerimin bulunduğu defterin, bir ara küçük oğlunun eline
geçtiğini, onun da bazı sayfaları yırttığını, kalanların ise üzerini karaladığını, resimler yaptığını
söyledi. Benden ümidini kesmiş demek ki, yine de defteri atmaya kıyamamış.
Kalan sayfaları bana verince enkaz altında kalan yaklaşık altı yüz şiirimden on tanesine
kavuşmuş oldum. Çok duygusal bir an olduğunu söylemeliyim. Yirmi yıl öncesine dönmüş ve
gençliğimle karşılaşmıştım. Şiirlerime kavuştum ve kalbim yeniden hüzünle doldu. Şiirden
uzaklaştıkça kupkuru bir kütüğe dönüştüğümü anladım.
2
Şiirlerime kavuşmuşken yayımlatmamak olmazdı. Ali Rıza hocamın “Distopya” başlıklı
yazısı ile derginizden haberdar oldum. Sitede yayımladığınız “edebiyat dünyasının tekellerinden,
kitaplarının basılması için para isteyen yayınevlerinden, reklam ve dağıtım ambargoları nedeniyle
eserlerini bastıramayan, hiçbir maddi kaygı gözetmeksizin sadece edebiyat sevgisi ile kalemi
eline alan yazarlara” şeklinde ifade ettiğiniz manifestonuzu da kendime yakın bulduğumdan
şiirlerimi size göndermeye karar verdim.
Önümüzdeki günlerde öykü, kitap inceleme ve film eleştiri yazıları da göndermeyi
düşünüyorum.
Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Sağlıcakla…
Salim OLCAY
salimolcay@hotmail.com.tr
Fotoğraf: SAKARYA (ANADOLU AJANSI) ABDURRAHMAN ANTAKYALI
Bir cevap yazın