Vazgeçilmez bir tutkunun kollarında öylesine yaşarken, farkında olmadan tükendiğimi gördüm. Yapmam gerekenler beynime çivi gibi batıp kalbimde açıklanamaz sıkıntılara sebep oluyor. Her günün aynı tekrarı hayatın ne denli anlamlı olduğunu bana fark ettiriyor. Oysaki ben, anlamsız buluyordum tüm bu olan bitenleri ve günleri. Hatta hafta, yıl ve bütün bir evreni. En mükemmeli yakalayınca, insanların görünmez olacağını ve sonunda bir tanrıya dönüşeceklerini hissettiriyordu tüm bu anlamlar. Soru işaretleri karşısında yıkılıyordu bütün düşüncelerim. Ama ben, sorular soruyorum ve biliyorum cevapları bilmekten daha zor olduğunu.
Karanlığa bakıp aydınlığı görmemek gibi bir şey aslında, aydınlığa bakıp karanlığı görmemekte.
Tüm bu anlaşılması zor ifadelerim ve sorularım, gündelik yaşantımın fark edilmez gerçeklerinin yansımaları oysa. İnsanlık tarihinin, geçmişin ve geleceğin en büyük katmanları olan insanlar, kendi içlerinde bir derya olmuşlardır. İyi gibi görünen kötü, kötü gibi görünende iyi olmuştur. Hayal kırıklıkları kaçınılmaz bir gerçek sunmuştur ortaya. Başarı ve başarısızlık arasındaki farkın ne olduğunu ya da nasıl bir anlam yüklendiğini bilmemektir tüm bunlar aslında. Tek tip insan söylemini kesinlikle ret ettiğim bu evrende, bazı bilim insanları 20 kat insan fosili gerçeğini ortaya sunmaktadır. Bu söylem, teori ya da her neyse kocaman bir soru işareti yaratırken, çok çeşitlilik ve psikanaliz bakımından karışıklığın ve olağanüstülüğün en fantastik filmini bize izlettiriyor. Kimine göre sen kimine göre ben, bu arabaya sahip olmak isteyen ve istemeyen bir insanın kafası kadar karışık. Ya da bir dala konmuş bir güvercinin varoluşunu düşündüğü kadar derin. Yine de ben bu olağan dışı şeylerden bir anda sıyrılıp kendime geliyorum.
Tekrardan beynime giriyorum
Ve beynime azot enjekte edilmiş bir şekilde oturuyor, kalbimin daha canımı ne kadar yakacağını düşünüyorum. Baskıyı artırdıkça kalbim, ölme ihtimalimin yüzde kaç olacağını merak ediyorum. Daha önce ani kalp durmalarını yaşayamadığım için anlamlandıramıyorum. Sanırım böylesi ucuz bir ölüm benim başıma gelse bile, cansız bir beden olarak kalacağımdan, sizlere ne denli bir şey olduğunu anlatamamak beni üzecek. Aslına bakarsanız, ölümlerle dolu bir geçmişin izlerini, geriye baktığımızda görmek mümkün… Ama gelecek için çizilen bir çizgi yok. Geleceği biz yaşadıkça geriye atıyoruz. Yani gelecek söylenemiyor. Bitmemiş bir şeyi görmek ne kadar imkânsızsa bu o denli imkânsız gibi geliyor. Aslında hiçbir şey yok. Geçmişi gelecekle yaratıyoruz. Biz bir anlık akan, soğuk sıcak, aydınlık ve karanlık bir tünelin içindeyiz. Ve ben o tünelin virajlarına sıkışıp kalmış bir dur tabelasıyım. Ben bütün gidişlerin sonuyum… Ben bilinmeyen arzulara kapılıp, şafaklara kadar ağlamak istiyorum. Ben bu hayatın yankıları karşısında sağır oluyorum, yoruluyorum, öfkeleniyorum ve öç alma yollarına giriyorum. Ben bir suikastçı, Korkak bir Robert Ford oluyorum namlusu boş olan.
Hayatın karamsarlıklarını önüme dizip tekme atarken, bacaklarımın o ağırlıklara dayanamayıp kırıldığını hissediyorum. Yapayalnız bir bahçede dikenli çiçekleri seviyorum. Tüm bu karmaşık düşüncelerimin belirdiği nokta olan beynimi bir tornavidayla kurcalamak, onarmak ve hayatı yeniden doğurmak istiyorum. Her gün tazelenen nefretlerim, beni sona doğru sürüklerken, petrol mavisi bir okyanusun kıyısında ağlayarak bekleyen bir çocuk oluyorum. Ben oksijen dolu bir gezegende boğuluyorum. Ben her sabah kalkmaların faydasızlığı içerisinde ölümü arzuluyorum. Ben bitiyorum. Masallarla dolu bir rüyada kalıp, oradan bir daire kiralamak istiyorum. Ben bu dünyanın mültecisi olmaktan sıkılıyorum.
Bir cevap yazın