İki hafta olmuştu. Tam iki haftadır çekinerek geliyor ayaklarım bu eve. Sabah çıkıp akşam geliyorum. Utanarak yediğim akşam yemeğinden sonra ses etmeden geçiyorum küçük odama. Yatak altımdan kayıyormuş gibi. Tavana bakıyor gözlerim, dalıyorum. Tavanlarda insanı oyalayan bir şeyler olmalı! Yoksa acılarını daha yoğun hissediyor . İçim daralıyor.Yüreğimi sökseler yerinden daha az acır. Yok! Yok artık dayanamıyorum. Yarın çıkmalı ve sonlandırmalı bu işi.
Birkaç günlüğüne geldiğim bu eve takıldım kaldım. Cemal, benim evim senin evin, demişti. Demişti ya, garibim aldığı üç kuruşla ev geçindirmeye çalışıyor bu koca şehirde. Beş kaşık sesine altıncının titrek sesi ilave olunca utanıyor insan. Evet evet bu gün son olmalı, bitmeli bu iş! İstediğin kadar kal, derken yere inen gözleriyle buluştu gözlerim. Can arkadaşım bilirim ben seni ve misafirperverliğini. Bu gün bitmeli, bitecek!
Her sabah olduğu gibi sessizce çıktım dışarı. Cebimden çıkardığım tütünü sarıp derin bir nefes çekerek yokuşu tırmanmaya başladım. Dumanın kötü kokusu sindi üzerime. Üsküdar -Kadıköy dolmuşuna el kaldırıp hemen bindim. Dimdik baktı yanına oturduğum sarı saçlı ,yüzü boyalı kadın.
-Öf! dedi yüzüme üfleyerek. Elini sağa sola salladı sonra parmaklarıyla burnunu kapattı.
-Leş gibi sigara koktu olmaz ki canım Sabah sabah! İnsanın midesi ağzına geliyor.
Benim de tüm dolmuşu saran parfüm kokusundan midem bulanıyor. Ama öflemiyorum. Öflenecek o kadar çok şey var ki! İskelede yüzüme vuran serinlik mide bulantımı hafifletiyor.Biraz sahilde yürümek iyi gelecek. Sabah sabah balık tutan insanları burada görmek şaşırtıyor beni. Kim bilir ne zaman geldiler? Yere eğilip birkaç taş alıyorum avucuma. Sektirmeye çalışıyorum denizde. Oldum olası üçten daha fazla sektirememişimdir. Evet evet üçten daha fazla sekerse bu iş bitecek. Hangi yöntem dememe gerek kalmadan, yöntemi bulmuş olacağım.İri yarı kasketli adam oltasını atmış bekliyor.Yanındaki su dolu kovası boş.Ellerini kaldırıp havaya bana doğru bağırıyor.
-Hey! Ne yapıyorsun, balıkları kaçıracaksın git buradan !.
Gideceğim elbet ama nasıl?
Vapur düdüğüne eşlik eden martılar en az insanlar kadar gürültücü. Binmeye çalışıyorum,kalabalık beni sürüklüyor. sağımdan solumdan iterek koşturuyor. Sanki ben yokmuşum.Sahi ben var mıyım?Belki de yokum.Hiç yaşamamış gibi.Ne yaşadım sanki acıdan başka.Her yanım acı,midem acı,ağzım acı, düşüncelerim acı.
İki haftadır bu yoldan sabah gidip akşam dönüyorum. Önce Eminönü sonra Bakırköy. Düşünen o adama bakıyorum her gün. Ağır gelen başını eleriyle tutuyor. Benim gibi!
Ah keşke burada yatan sevdiğimin yerine ben olsaydım katlanmak daha kolay olurdu. Uyuşturulurdum ilaçlarla acı macı vız gelirdi.Şu içimdeki acı hiç geçmiyor,gün be gün katlanıyor. Yaralarım kabuk bağlamak yerine artarak çoğalıyor.
Bu iş bitmeli!
Haticem in ,dağılmış saçları, şakaklarındaki kırlar daha yaşlı gösteriyor yüzünü. Çökmüş gözleri boşlukta .Beni görünce sevinmiş midir? Yoksa kızgın mı? Yürüyoruz bahçede. Ağacın yanına koşuyor kulağını ağaca dayıyor.Kocaman bir kahkaha atıyor.Deli gülüşü demeğe dilim varmıyor.İşaret parmağını dudağına götürüp
-Şişt! diyor.Ağaç benimle konuştu ,bu sır tamam mı sakın kimseye söyleme sonra Sana deli derler.
Keşke senin yerine ben delirseydim .Daha mı çok canın yanardı?Böyle benden daha mı mutlusun,hatırlamamak acı veren şeyleri nasıl bir duygu? Bunu yüzünden okumak çok zor.
-Haha! Ağaç bana ne söylüyor biliyor musun?
Eliyle ağacı tutup gülerek etrafında dönüyor.Gülmeye devam ediyor .Sonra birden durup masumlaşıyor bir çocuk oluveriyor.oğlumuz yaşında bir çocuk.
.-Anne beni de sev !
İşaret parmağını tekrar götürüyor dudaklarına.
-Şişt! Kimseye duymasın!
Üzerindeki yeleğe takılıyor gözlerim. O gün de bu yelek vardı üstünde. Mutlu günlerimizden bir gün.Uzanmış dizlerinde yatarken Hatice saçlarımı okşuyor, öpüyordu alnımdan .Mutluluğumuzu altı yılda katmerlendiren oğlumuz, oyundan başını kaldırıp çakır gözleriyle bakıyor bize .Koşarak yanımıza geliyor.Sarılıyor anacığının boynuna , öpüyor yanaklarından.Nazlanıyor annesine.
–Anneciğim beni de sev!
Sonra sarmaş dolaş oluyoruz, üçümüz. Üç sevilen yürek. Oysa şimdi bilmiyorum.Seviyor mu? Yoksa nefret mi ediyor?
Ağaca sarılıyor Hatice soruyor.
-Korkuyor musun?
Sonra hızla bana dönüp.
–korkuyor mu? Orası karanlık.
Gözümü indiriyorum yere, cevapsız kelimelerin yerini gözyaşlarım dolduruyor.
Küçücük tabut gözlerimin önünden geçiyor. Daha çok canım yanıyor. Hıçkırıklara boğuluyorum.
Hatice sırtından çıkardığı yeleği ağaca sarmaya çalışıyor.
.- Üşümesin yazık!
Ellerini kocaman açıp sarılıyor ağaca. Ağaç sanki duymuş gibi onu, salıyor dallarını aşağıya. Uzansa tutacak kadının elini üzülme diyecek belki de
– Üşümüyorum.
Sarılıyorum elerine incecik parmakları buz gibi. Diz çöküyorum önünde boş boş bakıyor. Yanağında gülümseme
.Affet! Diyorum.Bu gün son artık, gideceğim. Beni affet! İçim yangın yeri.
Kamyonetin aynasına zamanında baksaydım. Geri geri giderken görürdüm yere devrilenin katmerlenen sevgimiz olduğunu,göremedim affet! Bu suçluluk duygusu bu ağırlık her gece ilk günkü gibi, bitmeli! Bir ağırlık bağlayıp bitirmeli bu işi.Evet evet bir ağırlık halleder bu işi.
–Gene gel olur mu? Seni de ağaçla konuşturayım. Bak duyuyor musun?
Elini kulağına götürüp ağaca doğru dönüyor.
–Beni de sev diyor.Şişşt!Kimse duymasın hahaha!
Deniz hırçın ve dalgalı.İçim gibi.Biraz sonra eşlik edeceğim o dalgalara.Elimde küçük taşlarım…
Bende onlar gibi seker miyim acaba?
Bir cevap yazın