Beş yaşımda, bir akrabam ağaçtan dut silkelerken, elindeki demir çubuğun arkasında bulunmuş, başıma çarpınca da epey ağlamıştım. Kan akıyor, annem telaşlanıyordu. Boyumun kısa olması dışında suç benimdi. Tehlikeli yerde bulunmuş, akıl edememiştim.
Onlu yaşlarımda, Pinokyo bisikletimle şehri lastik lastik tavaf ettiğim dönemlerde, ani fren veya keskin dönüşler yüzünden çok düşerdim. Diz kapaklarımın yarası hiç kurumazdı. Annem üzülmesin diye kendim eczaneye gider pansuman isterdim. Tendürdiyot çok yakardı ama ağlamazdım, suç benimdi.
Başka mahalle çocuklarıyla, kavgalara girerdik. Sebep bazen mahallenin köpeğine ‘hoşt’ demeleri gibi çok önemli bir şey olurdu. Herkese boyutuna göre bir rakip düşer, rakiple birbirimizi berelerdik komikçe. Sonra da çeşmede yüzümüzü yıkarken sızılarımızı gizlerdik birbirimizden. Suç bizimdi.
Bir fotoğraf gördüm bugün haber ajanslarında. Halep’te, enkaz altından çıkarılmış beş yaşında bir çocuk. Bir ambulans yedeğinde, sen burada otur denilmiş veya hastaneye oturarak gitmesi uygun görülmüş bir çocuk.
Yaraları, arkadaşlarıyla ‘yitişmek’ten değil. Bisikletten de düşmemiş. Yüzünün sol tarafını kaplayan kan, karadut lekesi değil. Yaraları, kimin yaptığını, niye yaptığını bilmediği bir sebepten. Gökten inen bombalar onun suçu değil.
Fotoğrafta, olanca şaşkınlığı, korkmuşluğu ve minik öfkesiyle, tüm insanlığa soruyor o çocuk, bakışlarıyla. Ne yaptınız siz? Niye yapıyorsunuz bunu? Suçum ne benim?
Uğur Demircan, 18 Ağustos 2016 – İzmir
Bir cevap yazın