Sazın tellerinde titreyen ezgiler gibi
usulca yüreğine aktı bir telli turna.
Boz üveyikler havalandı çiğsil tan hıçkırıyordu.
Çocukluğunu asmıştın ipek bir mendil gibi Torosların yamacına…
Terleyen avuçlarına düştü çocukluğun.
Geçmiş zaman bu, çakır dikeni parlaklığı gelmiş oturmuştu ayağına….
Ayağının altından kayan kiremit rengi toprak uçurumlara savrulmuştu.
Arkandaki alaçam tutmuştu seni cılız ve güçsüz kollarından.
Bilemezdin yaşayacaklarının hangi dilde ,hangi dikende
mor mor açacağını
küçük ve çelimsiz bir çocuktun
Şimdi dağ gibi kabına sığmayan bir genç olmuştun.
Pırnal dalları arasında gülümsüyordu taşra.
Sen avuç dolusu gülümsüyordun
İçindeki külleri savururken
küllerin içinden çıkageldi tarihin belleğinden bir atmaca.
Abdal’ın, Karacaoğlan’ın dilinden sürgün veren dizeler gibi
ağdı karşı tepenin yamacına….
Sazın tellerinden havalandı.’’Kadıdan alınan kaz.’’
Kaynayıp kaynayıp bir türlü ağızlara layık olmayan lokma.
Ey zaman bezirganları!…
Şimdilerde ne kaz kaldı ne de kadı…
Olmayanın var olacak diye adı
Ham sofular meydanları tutmuş çığırtkan tutkalı
Sahte sofuların iktidar savaşı içimizi ve kapı komşularımızı sararken
‘’Kimsin. nesin .kimlerle birliktesin, hangi sazı çalıyorsun?’’
ve benzeri sorular, sorulamalarla
Silip süpürülüyor sokakların, evlerin ve akılların kapısı.
Zindanlara dolduruluyor çakır dikeni, ateş dikeni ,akıl dikeni….
Varlığın dilinden anlar mı maddenin gözünden beslenenler !…
Pırnal dalları arasında direniyor taşra..
Kapkara kartallar kanat açtı bir uçtan bir uca….
Akmış gitmiş şiirinin nehri
Akmış gitmiş yüzyıllar şiirinin usunda.
Her yerde gönülden gönüle uzanan, sarıp sarmalayan
sarmaşık gülleri
Kaygusuz’a savrulurken domur domur
Ağzında çengelli iğne taşıyan adam ve diğerleri dizginde atlılar gibi
gelip geçti.
Yüreğine dokundu bir telli turna.
bir telli turna
akıp gitti.
Gelip geçti yüreğinin akçıl karanfilleri…
Sazın tellerinde titreyen ezgiler gibi usulca.
Hatice ALTUNAY
Bir cevap yazın