Bir fotoğraf ne kadar anlatabilir ki bizi? Gösterebilir mi bir fotoğraf yüreğimizin içini?Hep aynı mutluluk yok mu çerçevelerde? Flaş patladığında gerçek yüzümüzü gösterecek cesareti bulabilecekmiyiz birgün? İnsani yanılgıların sancısı karın boşluğunda kalan o yumru ile devam ederken; hayattaki süslü gülüşlerin, perçinlenmiş yalnızlıkların girdabında dönüp dururuz. Önüme gelen güzellikleri yakalamaya; iyiye, güzele duyulan özlemi gidermeye çabalarız. Hayatımızın en anlamlı günlerinde yıllar geçse de ilk günkü gibi taze kalacak harika fotoğraf kareleri vardır. Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Hiç kuşku yok ki fotoğraf sanatı; anı ölümsüzleştirmek adına, gönüllerin baştacıdır. Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir. Bu edimin sonucu olarak gördüğümüz nesne -her zamanelimizde dokunabileceğimiz bir nesne anlamında olmasa da ulaşabileceğimiz bir alana getirilmiş olur. Bazen nereden başlamamız gerektiğini bilemeyiz ya da nereden devam etmemiz gerektiğini…İşte o an başlar yenilenmeyen hayatlar, unutulmayan yaşanmışlıklar ve dinmeyen özlemler…Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcükleriden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Yine o anlarda basılır peşpeşe deklanşöre ve an hapsedilir karelere…Düşündüklerimizya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Bazen kendimizle yalnız kalmak için önce sadece gözlerimizle dünya arasındaki bağı kurmaya başlıyoruz… Sonra bu bağı nasıl somutlaştırabileceğimi düşünürüz. Biliriz ki fotoğrafın habercilerle, müjdecilerle gelmeyeceğini… Ama ne olduğunu anlamadan bir anda kuşatır o görsellik bizi. Bazen de geç kalırız burnumuzun dibindekilerine, parmaklarımız yetişemez deklanşöre…Bir imge, yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden ve zamandan -bir kaç dakika ya da görünümlerdüzenidir.Her imgede bir görme biçimi yatar Fotoğraflarda bile. Çünkü fotoğraflar çoğu zaman sanıldığı gibi mekanik kayıtlar değildir.Her bir fotoğrafa baktığımızda , ne denli az olursa olsun,fotoğrafçının sınırsız görünüm olanakları arasından o görünümü seçtiğini fark ederiz. Fotoğrafın yaşı ve mevsimi yoktur. Her an ölümsüzleştirilebilir ve illa ki bir anlam taşır doğanın döngüsünde. Parayla pulla, mülkiyetle kirletilmemiş saf sevgi ile çekilir. Sırf bu gerçeği görmek, hissetmek, anlamak için…Bazen de acıyı sığdırırız kadraja… O da hayata dairdir çünkü… En değerli anları ölümsüzleştirmeye paha biçilemeyeceğini düşünürüz,bir tebessüm ya da bir damla gözyaşına…İmgeler başlangıçta orada bulunmayanşeyleri gözde canlandırmak amacıyla yapılmıştır. Zamanla imgenin canlandırdığı şeyden daha kalıcı olduğu anlaşıldı. Böyle olunca imge bir nesneninya da kişinin bir zamanlar nasıl göründüğünü -böylece konunun eskiden başkalarınca nasıl görüldüğünü de- anlatıyordu. Pencereden sızan ışık aydınlatınca insanın ruhunu, sessiz bir tebessümün isimsiz kahramanı oluverir. Maharet o anı kadrajlamaktır işte… Bu bakımdan imgeler, edebiyattan daha kesin, daha zengindir. Bu, sanatı yalnızca geleneksel bir kanıt gibi görerek onun anlatımcı ya da imgelemciniteliğini yadsımak anlamına gelmez. Yapıt ne denli imgelem yüklü olursa biz de sanatçının görünenleri algılayışına o denli derinden katılırız. 10 yıldır çantamda annemin vesikalık siyah-beyaz fotoğrafını saklıyorum. Onu ve fotoğrafını yaşıyorum. Siz de zamanı dondurabilmek adına, tüm mevsimlerde amatör ya da profesyonel demeden alıp makinenizi atın kendinizi dışarılara…O zaman bu sevdayı ve beni daha iyi anlayacaksınız…
DİPNOTLARGörme Biçimleri / John Berger / Çeviri: Yurdanur Salman / Metis Yayınları1-a.g.e S: 72-a.g.e S: 73-a.g.e S: 84-a.g.e S: 85-a.g.s S: 106-a.g.e S: 107-a.g.e S:10
Bir cevap yazın