İnsanlığın gerçeklerden koptuğu, olduğu gibi değil, görünmek istediği gibi görünmeye çalıştığı, her şeyi tersine çevirdiği, sahte ve yalanın, bin bir yüzün yüzyılı. Tarih, bu yıllar için herhalde şöyle yazacaktır: Kimse durumundan, görüntüsünden, kendinden memnun değildi, kendinden ve gerçeklerden kaçıyordu, başkaları kendine farklı ve daha cazip göründüğü için kendinden utanıyor, farklı gözükmek, gözleri boyamak istiyordu. Bazen onlar gibi görünmek, bazen de kimsenin ulaşamayacağı bir yaşam biçimine ulaşmış bilinmek ve algılanmak peşindeydi. En farklı, en güzel, en değişik, en arzulanır, en kıskanılır, en ulaşılmaz olmanın yollarına düşmüştü.
Kendinden başka en olanları hem taklit ediyor hem de onlardan nefret ediyordu; en çok en o olmalıydı. Ahlaki ve moral değerler erozyona uğramış, romantizm öleli sanki yüzyıllar geçmiş realizm ve diğer akımlardan sonra felsefe maddecilikte takılıp kalmıştı. Alçak gönüllülük, utanma, empati kısaca vicdan kaybolmuş, yerine kibir, kıskançlık, öfke, intikam gibi insanın kötü tarafları tahta kurulmuştu. Adalet, eşitlik toprağa gömülmüştü, gerçi tam manasıyla hiçbir zaman özgür olamamıştı insan ama en kötü girdaba bu çağda kapılmıştı; artık kendi etrafında kurulan bu sisteme tutsaklıkla özgürlük sandığı bir yanılsamaya doğru yol alıyordu.
Haklı olmak değil, haklı çıkmaktan ve yeterlilik, yetenekten değil, kayrılmak için ‘network’ den sosyal çevreden bahsediyordu, zamane gençler. Globalleşme ve iletişim o kadar artmış ve hızlanmıştı ki, kapitalizm, başından beri zaaflarından yararlanarak ayakta kaldığı insana, artık o ülkeden bu dinden olmanın değil, dünya vatandaşı olmanın önemini, dünyanın koca bir köy olduğunun erdemini anlatıyor; sanayi devriminin yeni bir aşamaya geçtiğini, sanayi 4.0 modelini müjdeliyordu. Devletler üstü çok uluslu şirketler ve arkasında ki ‘yapay zeka’ büyük ölçekte sanayi ve tarım üretimini çözmüştü, ona bundan sonra sadece tüketecek pazar ve alıcılar gerekti. Çalışmak ve üretmekten daha önemli şeyler vardı, tüketmek ve borçlanmak bize yeni yüklenen vizyondu. Ödeme zamanı gelince varsa kredisiyle yoksa onuruyla, bedeniyle, kalırsa insanlığıyla ödeyecekti; gerisini merak etmemeliydi, büyük ağabey bir yol bulurdu, nasıl olsa. Bundan sonra, çok uluslu şirketler bu büyük iletişim ağı ile tüketim alışkanlığının yaratılması ve tüketimin daha da arttırılmasını sağlayacaklardı; tüketicilerin kontrolü için çok geçmeden kitlelere yeni oyuncaklar tanıtıldı; akıllı telefonlar ve sosyal medya.
İletişim çağı geldi, her yerden iletişin, dünya elinizin altında sloganlarıyla büyülenmiştik. Yapay zeka insanların bir araya toplandığı en büyük mağazayı açmış ve tek bir şeyin peşindeydi: Tek bir ‘Büyük Pazar’ yeri ve daha çok kâr! Sözde bu büyük bir iletişim devrimiydi oysa bilseydik tehlikeleri, artık hiçbir sırrımız ve özelimiz yoktu ve olamazdı. Adımız, adresimiz, işimiz, finansal durumumuz, hastalıklarımız, neyi sevdiğimiz, neyi aradığımız, kiminle seks yaptığımız, düşlediklerimiz, hayallerimiz her şey artık ellerindeydi. Psikoloğumuza bile açmadığımız bilinçaltımız konusunda bile analizler yapabiliyorlardı. Yakında yüzümüzden siyasi eğilimimizi hatta lider hakkında ne düşündüğümüzü bile okuyacaklardı. Hoş geldiniz! ‘George Orwell’in yazdığı ‘1984’ ütopik dünyasına.
Bizi akıllı telefonlar da iletişim adına, yukarıda yazılanlardan daha fazla ilgilendiren konu ise tam bir kara mizah örneğiydi. Akıllı telefonlarla, sosyal medyada olduğundan farklı gözükebilmek, istediğimiz gibi, sınırsız hatta sorumsuz davranabilmek. İnsanlar istediğini yapmayı, bencilliği, kuralsızlığı özgürlük sanmaya başlamışlardı. Yüz yüze olmadığın kişiler için bile en ağır eleştiriyi yapmak, hakaret etmek ve bunu binlerce kişiye yayma özgürlüğüne kavuşmuştu! Bir anda nasıl da cesur ve meşhur olunabiliyordu! Bu bir saniyelik tatmin ve zafer tam bir pirus zaferiydi, oysaözgürlüğü kazandığımızı sanarken çoktan kaybetmiştik. İnsan, diğerlerine karşı yalnız kaldığını hissettiği anda kendini ve aşağılanmış duygularını tamir edebilmek için onu tanıyan veya tanımayan herkese, ben buradayım beni fark edin, diye bağırıyordu. Onun için artık paylaştıklarıyla, ne kadar ‘like’ aldığı, sayısı ve sanal ortamda yarattığı algılar, gerçek ve doğrulardan daha önemliydi. Onlarca ayrı sosyal medyada, yüzlerce grupta istediği kadar farklı gözükebiliyordu. Bireyler artık algı oyununun parçası olmuşlardı; kimse dost aramıyordu, bir başkasının algısının peşine düşmüştü. Siyasi, dini, ticari organizasyonlarda kendi ve bizim algılarımızın peşindeydi. En çok takip edilen kişi en başarılı kabul ediliyordu, nicelik niteliğin önüne çıkmıştı; yeni mesleksiz bir meslek daha ortaya çıkmıştı ‘medya fenomenliği’ ve takipçi sayısını arttırmak için bazıları takipçi listeleri satın alıyordu.
Ahlaki iki yüzlülükle yönetilen coğrafyalarda ne yazık ki kendine ve ötekine yalan söylemenin adet haline gelmesi daha kolay oluyordu. Taksitle alınan akıllı telefon, en büyük yalanları kendine söyleyerek, akılsızlığın ve aptallığın, düşünme zahmetine bile katlanmadan, ironik bir şekilde aracı haline gelmişti. Gerçeklerin canı cehenneme, artık mutluyduk! Yaşasın yeni algımız ve isteğimize göre kurduğumuz yeni dünyalarımız.
Çok uluslu şirketler, şimdi örneklerini gördüğümüz robotların, empati yapabilen modellerine gelecekte büyük bir talep olacağını öngörüyorlar. Dışarıya çıkmadan, senin adına her istediğini yaptırdığın, kendi kopyalarımıza sahip olabilecekmişiz; istediğin şekilde davranıp, istediğin görüntünle görünecek, böylece kimse senin yaşlandığını bile görmeyecekmiş. Ne büyük rahatlık ve güvenlik, tehlikeden ve kötü gözlerden uzak! Çağımızın vekalet savaşları gibi, senin için başkalarını dövüştür, ölenler için büyük törenler düzenle. Ne tuhaf! İlk önce iyiliğini, doğruluğunu, ahlakını, empatini, vicdanını kaybet, yalnızlaş, bunu yaşam biçimi haline getir, sonra bu özelliklere sahip bir ‘cyborg’ peşine düş, yalnızlığını gidersin, diye!
Aslında, insanın bu koca evrenin merkezi olmadığını, paralel bir dünyadan, zamandan geçen basit bir toz zerresi olmadığını anlaması, bu kadarbilimsel ve teknolojik ilerlemenin yanında, bu kadar zor olmamalıydı. Pazar ekonomisinin izin vermeyeceğini bilsem de yine de bir gün, yapay zeka tarafından yaratılan ve yaratılacak yeni yaşam biçimimizi sürekli yeniden şekillendiren kitle iletişim araçlarından kurtulup, bir kuru ‘Merhaba ben dünyalı basit bir insan oğlu’ diyeceğimizi, umut etmekten kendimi alamıyorum…
Kalgayhan Dönmez
Bir cevap yazın