Elma bahçelerinde koşturduğumuz güzel masumiyet yıllarının, en önemli arkadaşlıklarından biriydi Şükran.Tam olarak bizim mahalleye taşındıkları günü hatırlamasam da. Pembe çemberinden görünen uzun örgülü saçları,pazen kısa şalvarı, çizgili keten gömleği,şaşkın bakışlarıyla bizi ve oyunlarımızı sürekli izlediğini görüyorduk.Zaman zaman yüzüne iliştirdiği müzip gülümsemesiyle davet beklediğini anlamazlıktan gelmek istemediğimiz günlerden birinde de onu oyunumuza almıştık.
Sıra ip atlamaya geldiğinde acemice sıçramaları şalvarında dalga oluşturup, tıpkı bir kuyruk gibi sallanınca çocuklar arasında alay konusu olmuştu. Herkesin gülmesiyle oyunu bir anda ağlayarak bıraktı.Çığlık çığlığa yanımızdan uzaklaşıp evine koştu.Kısa süren sesizlikten sonra benzer utançla birbirimize baktık. Çok geçmeden komşulardan biri yanımıza gelip bizi azarladığında ise herkes birbirini suçlayıp durdu.Oyuna devam edemeden evlerimize girdik.
Evdekilerin durumu bildiğini kahvaltı sonrası annemim tenbihlerinden anlamak zor değildi.”Arkadaş olun kimseyi küçümsemeyin.”söylemi kulaklarımızdaydı. Onu bir süre göremedik. Birkaç ay köyde kalmışlardı .Soğuk kış günleri gelip geçmiş .Baharın neşesi etrafı gelin alayına çevirmişti.Ağaçların altındaki oyun alanında yeniden toplandık çocuklarla .Kızlarla çimlerin arasında sarı gözlü,beyaz yüzlü papatyaları toplayıp saçlarımıza taç yaparken erkek çocukları ise misketleri ile oynama için otları koparıyordu.
Elindeki bez bebeği ile yeniden göründüğünde onu yanımıza çağırdık.Başında örtüsü yoktu giyimide artık bizimkine benziyordu. Adlarımızı söyledik. Tanıştık. Çiçeklerden taç yapıp onunda saçlarına taktık. O gün başlayan dostluğumuz birlikte gidilen okul yıllarına ve sırlara taşıdı bizi en iyi arkadaşlarımdan biri oldu . Sadece yaz dönemi köyde kalıyordu.Dönüşünde anlatıkları arasında en çok ilgimi çeken onun dövene binişiydi. O heyecanla harman yerinde döğene nasıl bindiğini anlatırken sanki aynı eğlencenin içindeymişim duygusuna kendimi kaptırıyor ve saatlerce gülüyorduk . Döven neydi ? Hiç görmemiştim. Anlattıkları kadarıyla hayal ediyordum sadece. Okula gidişlerde kapının önünde beni beklerdi.Annemin her seferinde tarağın dişlerini kısa gür buklelerime aceleyle geçirmesi ve ensemdeki saçların acısına dayanamayıp ağlamalarıma ve onun gibi saçlarımın kabarıklığı yüzünden sürekli kesilmesine benim kadar üzülürdü. Kendi uzun örüklerine sırtıma uzatarak “Bak seninkiler nasıl uzamış”derken hüzün yerini kolayca neşeye bırakırdı.Sohbetimiz okul kapısından farklı sınıflarda sıra olana kadar sürer giderdi.Ondan sadece bir yaş büyüktüm.
Orta okul derken liseye yılları bir çok anıyı kucaklayarak tüm hızıyla gelip geçti. Eylülde başka bir şehirde üniversiteye başladığımda o lise sondaydı.
Fakülte lise öğreniminden çok farklıydı. Siyasi olayların içinde hiçbilmediğim, duymadığım söylemlerin arasında kala kalmıştım. Arada gidip gelen mektuplarla haberleşiyorduk.Okulda hergün bir olay yada boykot vardı.Sınıf arkadaşlarımı çoğu elinde Che fotoğrafı ile dolaşıyor tahtaya adını daha önce duymadığım kişilerin ismlerini yazıyorlardı.Hangi tarafta duracağımı bilmiyordum.Ne yapmaya çalıştıklarını anlamsamda çoğunluğa uymak en iyisiydi. Defterlerimin birinin kapağında birkaç ay sonra Che’nin dağdaki bir fotoğrafı yer almıştı.Yaşam öyküsünü pek bilmesemde bana sempatik geliyordu.Hatta yakışıklı sayılırdı.
Ara dönemde ailemin yanına döndüm.Sevinç’le ayrı kaldığımız zaman içinde ne yaptıysak birbirimize anlattık.Ya o bize geliyor,ya da ben onlara gidiyordum.Sonraki yıl oda sınavlara girdi ama çok istediği biyoloji bölümünü kazanamadı.Üzülmüştü. Onu uzaktanda olsa mektuplarla teselli etmeye çalışıyordum. Haziranda eve döndüğümde karşılaşamadık. Bir ay kadar önce köye gittiğini söylediler. O yaz hiç görüşemedik. Derken eylül ve dersler günleri ardı ardına kovaladı.Ara dönemde görüştüğümüzde oldukça değişmişti. Artık elindeki kitapların yerini dantel yumakları almıştı. Okumak istemediğini kısmeti çıkarsa evleneceğini söylüyor ve kendine çeyiz hazırlıyordu.
Yeniden deneyebileceğini evlilik için erken olduğunu meslek sahibi olmanın çok önemli olduğunu defalarca söylesem de yüzündeki hüznü dağıtmayı bir türlü başaramadım. Ümitsiz ve solgundu. Onun bu hali bana çok dokunmuştu.Aynı hafta sonu ben okuluma dönerken ağlaştık.
Okul yine olaylıydı. Dar kot pantolonlara sığmaya çalışan taşralı iri yarı kızlar beni kendilerince aydınlatma çabaları içindeydiler. Devrimci marşları öğretmekten hiç vazgeçmiyorlardı. Taraf olma zorundaydım. Olmamak iki ateş arasında kalmak demekti. ”Bas gerilla bas tetiğe, biraz daha ileriye, iktidarı parça parça,parça parça iktidarı, al kırlardan şehirlere… “ Çoğu kez bu marşları söylerken sesim kısılıyordu. Marşta sözlerinde yer alan “kır” sözcüğü onun köyden geldiği zamanı acımasızca hatırlatıyordu. Sonrasında ise dantel yumaklarına dolanan Sevinç’in ’ın sülieti ve hüznünden zihnim bunalıyor,devrimi falan unutuyordum.
Epey hareketli geçen dönemden sonra eve döndüm.
Anneme Sevinç’İ çok özlediğimi görmek istediğimi söyledim.Ev telefonun bile olmadı o günlerde çat kapı birine gitmek normaldi. Beni görünce çok mutlu oldu. Bir o anlattı bir ben, bazende birbirimizin sözünü neşeyle kestik. Konuşmalara mola verdiğimiz bir anda mutfak penceresinden bir şey göstereceğini söyleyerek oturduğumuz kanepeden kalktık .Beni adeta mutfağa doğru heyecanla sürüklüyordu.Camın tamamını kaplayan tülü aralayıp yan arsada yeni yapılan apartmanı gösterdi. Ardından kısık bir sesle “Sevgilin var mı? Diye sordu. Afallamıştım.Gülmeye başladım sonra “ Ne demeye çalışıyorsun? Sana daha önce de söylemiştim. Ben öğrenciyim okulum bitmedi.Kitaplara aşığım.”Böyle bir soru için mutfakta olmak şart mıydı ? dedim. O ise “Ne yani okulda kimseyi beğenmedin mi?” dedi.Okulda gerçek anlamda beğendiğim kimse yoktu. Mezun olmak tek amacımdı.Ütopik sevgilim Che ‘den bahsetsem zaten anlamazdı. Bir ara sustuk. Ona “Herhalde senin var” dedim
Ela gözlerinde aniden sevginin ışığı belirdi. Yeni yapılan apartmanı eliyle göstererek “Oraya Almanyalılar taşındı.Öyle güzel eşyaları vard ki işçiler eve getiriken gördüm.Hele arabalarını görsen için gider.Sahi asıl söylemek istediğimde
çok yakışıklı bir oğulları var bakışıyoruz dedi. Birde kardeşi varmış onun .Yani sevgilin yoksa onuda sana ayarlarız.Birlikte Almanya’da yaşarız.Arkadaşız akraba oluruz” Sözleri biter bitmez kahkahalarla gülmeye başladım.Yabancı ülkelerden gelenlerin ellerinde teyple dolaştığı günlerdi. Onların bu sonradan görme hallerine arkadaşımın da özentisi eklenmişti.Gülmekten gözerimden yaşlar geldi.Benimle gülmek bir yana hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.Onun bu duygu geçişini anlayamamıştım.”Ne oldu,niye ağlıyorsun? Çok mu önemli başkasının ev ve arabası”dedim. Orada hangi koşullarda çalışıyorlar kimse bilmiyor?Bize ne?”
”Dalga geçiyorsun.bak balkona çıkmış.Ne kadar yakışıklı değil mi?
Aşkın gözyaşına bulanmış hali hüzünden ayırt edilemezdi.Artık o eğitimden çoktan vazgeçmiş olmanın kaygısınıda taşımıyordu. Uzaktan uzağa bakışmalara kendini tamamen kaptırmıştı.Beyaz atlı prensini bulmuştu işte.Ona bakıştığı gençle konuşup konuşmadığını sordum. “İşaretleşiyoruz” dedi.”Düşünsene Almanya’da yaşayacağım.Evimin camlarında güzel tüller olacak.Arabayla dolaşacağım. Geceleri onu düşünmekten uyuyamıyorum.Kimseye anlatamıyorum. Sende gülüyorsun.Ne olur anla beni”
Adını bilip bilmediğini sordum.”Ziya Ziya Ziya’m adı çok güzel değil mi?“
Moralim bozuldu ona sertçe “Yeter Sevinç! Ne o zikir eder gibi. Kendini kapıp koyverme sonra üzlümenden korkuyorum. Sadece iç dünyanda yaşadığın bu duygudan onun ne kadar haberi var nerden biliyorsun?” dedim.
Salona geçtik biraz daha oturup onlardan ayrıldım.
Evde annem sesizliğimi sorgulasa da sonrasında okula dönmenin üzüntüsünün beni esir aldığınına kanaat getirip ısrarcı olmadı.Tatilin bitmesine iki hafta kalmıştı.Komşular Sevinç’in her gün cam silip mutfak balkonunu yıkadığından bahsetmeye başladılar.Dedikodu yayılmaya başlamıştı.Kendi dünyasında gelin güvey olması bana göre saçmaydı .Onun bu hali canımı fazlasıyla sıkmıştı.Sonraki hafta teyzemlerde kaldım.
Eve döndüğümde kardeşim Sevinç’ in sözlendiğini söyledi. Şaşırmasam da onun adına sevindiğimi söyledim.”Gönlüne göre olmuş gözü aydın olsun”Kardeşim “Hiçte gönlüne göre değil” dedi. Ona konuyu bildiğimi bana daha önce anlattığını söyledim.”Ziyalar dönmüş Avrupa’ya “ dedi.”Tamam seneye de düğün olur.Tam istediği gibi” Yeniden “Hiç te değil dedi” Şaşırmıştım.
Kardeşim onun sürekli ağladığını çok çaresiz olduğunu söyledi.Ziya’nın annesi ve babası onlara misafirliğe gittiklerini,biraz sohbet v.s derken burada vakitlerinin azaldığını oğlunun kızlarını çok beğendiğini söz-nişan yapmak istediklerini anlatmışlar. Sevinç’in babası bu durum karşısında afallamış. Ani misafirliğin kız isteme törenine dönüştüğünü görünce mutfakta çay hazırlayan kızını yan odaya çağırıp “ Onları tanımıyoruz,bilmiyoruz nasıl insanlar? Seni oğullarına istiyorlarmış hatta söz-nişan için hazırlıklı gelmişler ne diyorsun? Çok şaşırdım kızım, bunları bekletelim zamanları yoksa bize ne demiş”
“Kabul etmiştir ölüyordu sevdadan “dedim.Haklısın babası salona dönüp kızının kararını söylemiş. Aile sevinç içinde o zaman oğlumuzu çağıralım demişler.Bil bakalım ne olmuş sonunda?
“ Ne olaacak yakışıklı Ziya gelmiştir.”Aman ne cümbüş.Hiç tanımadan yani.”
Kardeşim yine yanıldığımı söyledi.Gelen o değilmiş.Diğer oğlu gelmiş. Meğer o küçük diğeri büyükmüş. Hem kısa boylu hemde çirkinmiş.”Kabul etmeseydi”dedim.
“Şükran şaşkınlıktan ve utançtan reddememiş”.”Ama Ziya’ya vurgundu.Aynı evde iki kardeş nasıl olacak?” Kardeşim “Acınası halde ne yapacağını bilmiyor.Güzel tüllerim olacak.Amanya’da yaşayacağım diyor sonrasında ağlama krizine giriyor. Kayınpederi önümüzdeki yaza kadar hazırlanması için dantel yumakları etamin falan almış.Anlayacağın yüreğinim her zerresini bu iplerle düğümleyecek.
“ Vaz geçsin salak mı ne? Birazdan giderim yanına ”dedim.Sonra gönlündeki düğümü nasıl çözecek.Kardeşim ardı ardına anlatmaya devam etti.İsteme olayından sonra bunu gurur yapmış.” “Ne gururu?dediğimde ise Ziya’nın kendi yerine ağabeysini gönderdiğini sanıyor.
Öfkemden deliye dönmüştüm .Bence o işaretleri yanlış anlamıştı. Zavallı arkadaşım yurdışında yaşama sevdası yüzünden hata üzerine hata yapıyordu.O kadar sarsılmıştım ki bir süre kendime gelemedim.Ona nasıl yardımcı olmak istiyordum.Çaresizdim çünkü daha sonra resmilşecek bu yanlışa engel olacak tek kişi oydu.Belki konuşmak durumun daha sağlıklı tahlil edebilmesini sağlayabilirdi.O gece gözüme uyku girmedi. Yatağımda çaresizlikte dönüp durdum. Sabahın ilk ışıkları karanlığı savuramamıştı.Kahvaltı sonrası anneme Sevinçlere gideceğimi söyledim.Annem “Kızım sakın karışma” dedi. O benim can arkadaşımdı karışacaktım.
Zili çaldım. Kapıyı açtı.Benzi sararmıştıve yorgun görünüyordu.İçeri girdim.Kollarında bileziklerle boynu ise dizi dizi incilerle bezenmişti.
“Ceyda duymuş olmalısın evleniyorum.”Deyip ağlamaya başladı.”Ziya kendi gelmedi ağabeyini gönderdi.”Hep aklımda ne yapacağım bilmiyorum.”
“Sen mutsuzsun sevmediğin biriyle nasıl evleneceksin? Ayrıca onlar kardeş her zaman görrmek mecburiyetinde kalacaksın. Orada da ayrı ev olmayacakmış. Aynı evde doğru mu sence?” Cevabı sadece gözyaşı ve hıçkırıktı. Dakikalarca ağladı ağladı.Bir ara sakinleşince ayağa kalkıp elimden tuttu.Çeyizleri koyduğu arka odaya gittik.Tek tek açıp içindekileri gösterdi. İstediği her şeye ,istemediği yolcu ile çıkan kervanın hazırlığı içindeydi. Hem gülüp hem de ağlıyordu.
“Tüm bu çeyizler seni mutlu etmeyecek.Tanımadığın biriyle sırf para pul bunlar ve yurdışı yaşamı sunuldu diye kabul etmemelisin. Vazgeç onlar kardeş hiç mi aklına gelmeyecek o bakışmalar İkinizin. Yaz bir mektup.Daha kolay olur. Yeniden sınavlara hazırlan,oku “dedim
O ise göz pınarından yanağına düşen o ızdırap ıslaklığını eliyle sildi. Hiçbir şey olmamışcasına sandalyeye uzanıp üzerindeki etamin bohçasını eline aldı. Bileziklerini geriye itti ve iğneyle deseni tamamlamaya başladı. Sonuçta Almanya’da yaşayacağım.Bana bunları kim alabilir ki ?” Maddiyata esir olmuştu.Kendi söylemlerinin bilgeliğinde boğulmakta kararlıydı.Artık yapacağım bir şeyde kalmamıştı.
Sonraki yaz mezun oldum.Düğün davetiyesi gelmişti.Kendine kıydığı o sözde düğün günü gelip çatmıştı.Hala gidip gitmeme karasızlığı içindeydim.Kapımız çalındı.Kardeşi beni çağırdığını söyledi. Üzerime birşeyler iliştirip evden çıktım.Konvoy çoktan hazırdı. Kalabalığı yararak bulunduğu odaya girdim.Tafta gelinliğinin içinde prensesler gibiydi.Ağlamaktan makyajı birbirine karışmıştı.
“Evlenmek istemiyorum.”Diye feryat etti. Hatasının bilincine geçte olsa varmış olması gidilecek yoldan onu artık alıkoyamayacaktı.
Elime aldığım pamukla akan boyalarını sildim. Dağılan saçlarını biraz da olsa düzelttim.Sehpanın üzerindeki vazodan aldığım sarı gözlü papatyalardan küçük bir taç yapıp saçına iliştirdim.Çünkü hüzün sevmezdi papatyalar.Yalandan bir gülümseme bile olmadı yüzünde. Gözbebeklerindeki hüzün yerini sevincede bırakmadı. Kendinden kısa olan damadın kolunda, kabullendiği yazgısında yürümeye başlamıştı.
22.05.2014
Bir cevap yazın