Her hayırdaki şerri görmeye başladığında anlam kazanıyor gökyüzündeki her bir yıldız. Görmeye başladığında her hayırdaki o şerri. Her bir yıldız. Aslında yalnızca hidrojen ve helyumdan oluşan bir plazma küresi olan her bir yıldız. Güneş ışığı etkisi altında kalmadığında görünebilen, sahtekâr ve niteliksiz her bir yıldız.
Gündüz oldu mu bir tane bul. Sıkıysa bir tane bul! Bulamazsın. Güneş doğduğunda utanır sana, dizinde ağlayacağın sahtekâr bir kötü gün dostu olmaya. Yine de biraz utanması varmış. Güneş doğdu mu yeryüzüne, sen yapraklardaki fotosentezi bile görebiliyorken, iki kuşun öpüşmesi dikkatini çekebiliyorken… Heybetli bir ağacın tek bir yaprağının dans gösterisini en ön sıradan izleyebiliyorken ve şehrin telaşesi ile doğanın orkestrası arasındaki muhteşem uyumu yakalayabiliyorken bir tane yıldız bulsana hadi. Bulamazsın. Ama güneş batmaya görsün. Sen, tüm sekmeleri kapatılmış, her şeye cevap veren bir ana sayfa gibi ortada kalmaya gör.
Hoş, yıldız bilmiyor ki sahtekâr olduğunu. Nereden bilsin? Çünkü değil. Ona bu yaftayı yapıştıran sen, intikam alıyorsun sadece. Geceleri huzuruna çıktığın gökyüzünden tatminkâr bir nefes alıp, “Yine pespayeliğin üzerinde.” diyerek alay etme hakkını elinden alan her şeyden. Güneş doğduğunda toz olan yıldızdan değil. Onu, liyakat ettiği bu makamda daha da derinlere sürüklüyorsun.
Çünkü artık yaprağın karbondioksite boğulduğunu, fermantasyon yaptığını görüyorsun. İki kuşun boşanmaya götürecek aile içi şiddetli geçimsizliğine şahit oluyorsun. Heybetli ağaçların yapraklarını kustuğunu görüp, tüm heybetiyle nasıl bu kadar aciz görünebildiklerine şaşıyorsun. Kalorifer bacalarından çıkan dumanlara inat, tanrının bu emsalsiz tablosuna dökülmüş acı bir kahveden daha büyük kötülük yaptıkları için sonsuza kadar nefes almayı reddediyorsun.
Sonra. Sonra; mutluluğunu çengelli iğnelerle astığın duvar yıkılabiliyorken, koca koca binaların hala dimdik duruyor oluşuna akıl sır erdirebilmek için ellerini göğe açıp yalvarıyorsun. Şaşıyorsun. Taakkul etmekte zorlandığın her şey için Amân diliyorsun. Her şerdeki hayrın kocaman bir kalıp kekin içindeki susam tanesi kadar gizlenmiş değil de üzerine kondurulmuş bir bütün elma gibi muhkem kalmasını istiyorsun. Gözüne batmasını değil yalnızca, gözünü çıkarmasını istiyorsun.
Seyhan Kara
Trabzon 2017
Bir cevap yazın