Nisan’ın babaannesi aralarından ayrılalı on dört ay, yirmi üç gün geçmişti. Geçen onca güne
rağmen ardında bıraktığı eve henüz gidememişti. Kim bilir, belki de Nisan çocukluk anılarıyla,
babaannesinin yokluğuyla yüzleşmek istemiyordu. Erteledikçe erteliyordu bu yüzleşmeyi. Bir
gün aniden kahvaltı sofrasından bir hışımla ayağa kalktı.
‘Baba ben gidiyorum.’
‘Nereye?’ dedi babası şaşkın gözlerle.
‘Babaannemin evine. Görmeye hazırım orayı.’ Ama sesi titreyerek çıkıyordu. Ağladı ağlayacak
haldeydi.
‘Kızım, ev yıkıldı yıkılacak bakımsızlıktan. Hem kimse de kalmadı o mahallede. Birkaç hane
vardı en son.’
‘Anılarım yıkılmadı ya baba, onlar duruyor!’ dedi Nisan. Bir hışımla içeri yöneldi. Onun kararlı
olduğunu gören babası, arkasından gitti.
‘Bekle öyleyse birlikte gidelim. İlk tren 14:30’da. Acele etme!’ diye sesleniyordu arkasından.
Saatler öncesinden hazırdı Nisan. Saat geldiğinde bindiler ilk trene. Cam kenarına geçti
oturdu. Dalgın gözlerle dışarıyı seyre daldı. Çocukken yazları hep bu trenle babaannesine
giderdi. İçinde onu görmenin heyecanı, bahçesinde koşturacak olmanın hevesiyle… En son iki
yıl önce gitmişti oraya. Hasta da olsa onu kapıda karşılayıp, sıkıca kucaklamıştı babaannesi.
Saçlarını koklayıp içine çekmişti onun. Bir daha… Bir dahası yoktu. Şimdi tekrar gidiyordu.
Onun karşılayamayacağını bilerek.
Tren her zamankinden hızlı mı gidiyordu, yoksa o mu yavaş gitmesini istiyordu? Bir fırsatını
bulsa geri dönüverecekti. Ama kaçmak bir çözüm değildi. Yüzleşmek en iyisiydi. Yüreğini
sıkıştıran duygular kara bir bulut gibi çökmüştü göğsüne.
Takırdık! Takırdık! Takırdık! Sesleri ninni gibi geldi ona. Gözlerini kapattı usulca. Bir süre
sonra babasının ‘Nisaaan, geldik!’ demesiyle açtı gözlerini. Uyuyakalmıştı. Ama yüreğindeki
kara bulutlar terk etmemişti onu. Hepsi göğsünde oracıkta duruyordu. Derin bir nefes aldı.
İndi trenden. Koşarak yürüdüğü yollarda ayakları onu geri çekiyordu sanki. Tren istasyonunun
arka sokağındaydı ev. Çok geçmeden taşlık sokaktan geçerek eve ulaştılar. Kalbi davul gibi
güm güm atmaya başlamıştı. Kızının gerginliğinin farkında olan babası, bahçe kapısını
anahtarıyla açtı. Ve onu yalnız, tek bırakmak istercesine: ‘Yan komşu hala burada yaşıyor.
Sorayım bakalım buraya gelen, giden, soran olmuş mu?’ diyerek yavaşça uzaklaştı. Nisan
bahçe kapısında tek başına, düşmüş omuzlarla dikiliyordu. Tahta bahçe kapısından
bakıldığında, bahçenin bir kısmı ve evin üst katı görülüyordu. Nice sonra attı adımını
bahçeye. Soldan sağa doğru şöyle bir süzdü etrafı. Babaannesinin itinayla baktığı mis kokulu,
rengarenk çiçekler sararmış, solmuştu. Yok yok! O gitti diye küsmüşlerdi hayata onlar da.
Dalından kayısılar topladığı ağaç cılızlaşmıştı. O kayısılardan yapılan hoşaftan az mı içmişti?
Her adım attığında ayakları birer gülle gibi ağırlaşıyordu. Birkaç adım atabildi. Evin girişinde
bulunan yer yer betonu ufalanmış merdivenlere çöktü kaldı. Bahçedeki şen kahkahaları,
koşuşturmaları geçti gözünün önünden. Huzur kokan günleri anımsadı bir bir. Babaannesinin
onun saçlarını yavaş yavaş okşadığı buruşmuş kadife gibi elleri anımsadı. Bir damla bir damla
daha süzüldü yanaklarından. Silme ihtiyacı hissetmedi onları. Onlar anılarıydı, yüzleşmenin
tanıklarıydı. Başını ellerinin arasına aldı. Düşündü… Hayata ne kadar da anlam yüklüyordu
insanoğlu. Oysa bir vardı, bir yoktu. Bu kadar… Kalan tek şey yaşadıkları ve yaşattıklarıydı.
‘Sana geldim babaanne. Son vedamı yapamamıştım. Şimdi vedalaşabildik seninle…!’ derken
Nisan derin nefesler alıyor, akan gözyaşlarını yavaşlatmaya çalışıyordu. Kaç dakika oracıkta
oturduğunu bilmiyordu. Zaman geriye gitmiş ve orada takılı kalmıştı adeta. Derken babası
tahta kapısından içeri girdi. Kızının ne kadar üzgün olduğunu görebiliyordu. Yavaşça ona
yaklaştı.
‘Nisan, daha oturacak mısın? Bak ev harabeye döndü. Yıkılır mıkılır. Gidelim mi artık?’
Bu kez yanağındaki gözyaşları elinin tersiyle sildi Nisan. Burnunu çekerek kalktı
merdivenlerden. Omuzlarını dikleştirmeye gayret gösterdi. Derinden bir nefes aldı.
‘Gidelim. Babaannemle de anılarımla vedalaştım artık. Onlar sadece kalbimde yaşamaya
devam edecekler!’ diye titreyen sesiyle zar zor cevapladı. Anılarla ve babaannesinin kaybıyla
yüzleşmek ona zor gelmişti. Ama yüreğindeki kara bulutlar kaybolmaya başlamıştı şimdiden.
İstasyona doğru yönelen babasının arkasına takıldı usulca. Yavaş adımlarla ıssız sokaktan
ilerleyerek gözden kayboldular.
Bir cevap yazın