Hikaye bu ya; bir damlacık suydu sevdaya düşmeden önce. Göğün suyundan içti, kapıldı büyüsüne; fakat ne ulaşabildi ne de dokundu ona. Birikti zamanla, sığmadı bir tutam kabına. Bir gün ansızın çıktı yeryüzüne. Ne yol bilirdi ne de iz. Fakat akmıştı bir kere şaşkın acemi bıraktı kendini akışına. Rastladı sonra o soruya. Ya kendine yeni bir yol açacak ya da aşınmış yolları tercih edecekti. Benzerlerine uydu hazır yolları takip etti, yol boyu gitti. Sonra mücadeleden vazgeçmiş tükenmiş göllere kurumuş anısı kalmış bir yığın Irmağa rastladı. Tükenmekten korktu. Terketti bilindik yerleri, zorda olsa kendi yolunu seçecek yeni bir yer oyacaktı. Aktı, doruklarda gören asi, düzde Gören suskun; uçurumlarına denk gelen divane dedi. Pes etmedi. Akmıştı bir kere. Maviye dalacak içinde kaybolacaktı. Yollar onu, o yolları oyacaktı. Belki biraz kuruyacak kendinden azalacak, taşı toprağı kendine katacak, kirlenecek ama okyanusa ulaşacaktı. Zamanla vardı kıyıya, bırakacaktı kendini ummana ve sordu ona:
“Sen gök değilsin bunun için miydi geldim sana…” –
“sana damla damla yağan kimdi peki, yola koyan, seni bana getiren…”
Sustu ırmak, gözyaşı oldu bıraktı kendini onun bağrına… dalga oldu zaman zaman hasretini vurdu kıyıya…
Bir cevap yazın