Anna Karenina’nın geçtiğimiz yıl sinemalarda boy gösteren yeni bir uyarlaması, belki de klasiklerin bugüne kadarki uyarlamaları arasında en enteresan olanıydı. Çünkü bu film oldukça farklı bir tarzda çekilmişti. Aslında uzun zamandır beklememe rağmen sinemalarda yayına girdiğinde kaçırmıştım ve izlemek bugüne kalmıştı. Filmi merakla beklememin tek nedeni Anna Karenina’yı çok seven bir kitap tutkunu olmamdan ibaret değildi. Filmin baş rolünü oynayan Keira Knightley de çok beğendim bir aktristir. Ki bu filmdeki performansıyla da beni şaşırtmadı.
Anna Karenina’yı okumuş olanlar, bu eserin dönemin Rusya’sındaki hali vakti kesimlerin bir portresinin ne kadar başarılı çizildiğini bilirler. Burada, hızla gelişmekte olan yeni bir sınıf (burjuvazi) ve onun eleştirisinin olduğu söylenebilir. Fakat bu, sınıfın asalaklığına ve toplumsal konumuna yöneltilen bir eleştiri olmayıp onun ahlakının ikiyüzlülüğünün vurgulanmasıdır. Daha doğrusu sorun, ikiyüzlülükten çok, geleneksel ahlakın dışına çıkılmasıdır. Eleştiri ileriye değil, geriye yöneliktir.
Elbette kadının erkeği aldatması konusunu ele alan ve buna geleneksel ahlakçı bir temelde karşı çıkan ve bunu yeni bir asalak sınıfın üzerinden ele alan eserler gerek Batıda gerekse bizde de yazılmıştır. Benzer bir durum Tolstoy’un Anna Karenina’sında da görülebilir. Kocasını aldattığı için toplumsal statüsü kaybeden bir kadının aşkı (Vronski ile Anna) ele alınırken, diğer yandan Tolstoy ona alternatif olacak bir başka aşkı (Levin ile Kiti) okuyuculara sunar. Ve, Vronski ile Anna’nın aşkı şehirli sosyete hayatının içinde batının ahlaksızlığından az veya çok etkilenerek bir anda parlamışken, Levin ile Kiti’nin ilişkisi ise zaman içinde olgunlaşmış, bazı inişler yaşamış ama bunlardan ders çıkarılarak yola devam edilmiş bir aşk olup taşrada bir çiftlikte, erdemli bir yaşam üzerine kurulmuştur.
Şimdi gelelim romanın bu yeni uyarlamasına. Film, kitaba oldukça sadık kalmış. Biraz yüzeysel kalsa da atlanan önemli bir olay yok. Zaten bu çok uzun kitabı iki saatlik bir filme sığdırmak ister istemez bazı yüzeyselliklere sebebiyet verecektir. Bu nedenle bunu mazur görüyorum. Oyuncuların performansları da genel olarak oldukça başarılı. Keira Knightley’in Anna Karenina rolüne bu kadar uyacağını bilmiyordum. Domhnall Gleeson’ın Levin performansı da dikkat çekici. Fakat asıl dikkat çekici olan Jude Law’ın Aleksei Karenin performansı. Kendisi öyle bir tipe sokulmuş ki tanıyamadım. Ve o ruhsuz, ahlakçı, insanı sinir eden Aleksei karakterinin hakkını fazlasıyla vermiş. Diğer performanslar da oldukça iyiydi. Sadece kitabı okurken Kiti’yi biraz daha çocuksu hayal etmiştim ya da ben yanılıyorum, o konuda kararsız kaldım. Gözüme batan sadece Aaron Taylor’un Kont Vronski performansıydı. Adam bütün yeteneğini ortaya koymuş, iyi çalışmış ama biraz fazla olmuş, dozajı tutturulamamış. Kont Vronski bana biraz abartılı göründü.
Yazının başında da belirttiğim üzere alışılmış, düz bir sinema uyarlaması değil bu. Film, bazı istisnalar hariç gerçek mekanlarda geçmiyor. Bütün film bir opera sahnesinde çekilmiş. Neredeyse her sahne bir opera salonuna sığdırılmış. Şu meşhur at yarışı bölümü bile!.. Burada bahsettiğim şey, kitabın bir tiyatroya uyarlanıp ardından videoya kaydedilerek sinemada önümüze konulması değil. Film sahneden taşıyor. Bütün salona doluyor, hatta Levin’le ilgili olan sahnelerde olduğu gibi çok başarılı bir şekilde açık mekanlara geçiyor. Ve bazen başka kapalı mekanlar da kullanılıyor.
Filmin tasarımı da, oyunculukları da buna göre şekillendirilmiş. Bazı yerlerde oyunculuklar, karakterlerin tepkileri vs. çok abartılıymış gibi görünebilir. Fakat bunun operavari bir sinema uyarlaması olduğunu unutmayın (Buna rağmen Vronski’nin hala abartılı olduğunu düşünüyorum).
Sonuç olarak, Anna Karenina’nın bu yeni uyarlamasının mükemmel olduğunu elbette söyleyemeyiz, ama farklı tarzıyla izlenmeye değer bir uyarlama.
Okan Akıncı
Bir cevap yazın