Sapanımın lastiğini kendime doğru gererken, bir yandan da çalılıklara konmuş serçelerden birini hedef almıştım. Gez, göz, arpacık. Her şey tamamdı. İki parmağımla sımsıkı tuttuğum, içinde taş olan lastiği bıraktığım gibi çalılıkta kıyamet koptu. Güneşi görmüşken pinekleyen kuşların hepsi farklı bir tarafa doğru uçtular. Uçarken cıvıldamıyor, adeta ciyaklıyorlardı. İçlerinden biri hariç.
Kışın bahara yakın bir zamanı olmasına rağmen yerde hala bembeyaz bir kar örtüsü vardı. Birbirlerine iyice tutunmuş kar taneleri, güçsüz bedenlerinin birleşmesiyle sertleşmiş bir zemine dönüşmüşlerdi. Her adımımda gıcırdayarak birbirlerinden ayrılmamak için direnen bu kar tanelerinin, beni düşürmek için ayağımın altında sinsi sinsi kaydıklarını hissediyordum. Çalılığa vardığımda, vurduğum kuşun minicik bedeninden sızmış bir avuç kanın içinde çırpındığını gördüm. Yerden almak için eğildiğimde, mutfağın balkonundan dışarıya uzatılmış gider borusuna doğru uzayan kan lekelerini fark ettim. Acaba başka bir kuş daha yaralanıp oraya doğru mu uçtu, diye düşünerek gider borusuna doğru yürüdüm. Borudan kan sızıyordu. Yüreğim ağzıma geldi. Koşarak eve gittim. Demirden yapılmış dış kapı açıktı. İçeri girdim. Kan ter içinde, korkak ve kaygılı bir şekilde mutfağın kapısını açtım. Annem, az önce mutfağın evyesinde yıkadığı yüzünü kapatmış, ağlıyordu. Canı acıyordu. Yaraları zonkluyor ve her zonklamada benim de yüreğime çekiçle vuruyorlardı sanki. Yanında oturup, yüzünü kapattığı ellerini çektim. Yara bere içindeydi. Avuçlarında kan birikmişti. Gözlerine baktım. Masum, kahverengi gözlerinde vurduğum serçeyi gördüm. O an, babamın annemi neden dövdüğünü anladım. Tekrar dışarı çıktım. Koşarak vurduğum serçenin yanına gittim. Avucuma aldım ve ölmek üzere olan gözlerine baktım. Bana bakan gözlerine yansıyan siluetimde babamı gördüm. Serçe avucumda can çekişirken yaşadığım acı ve utanç duygusu ömrümün geri kalanını sarmaşık misali sardı.
Bir cevap yazın