Daracık, ıvır zıvır dolu, ter ve iç yağ kokan büfede çırak ne yapacağını bilemeden, bir yeni bilenmiş keskin bıçağa, bir ustasının yüzüne bakıyordu. Adam loş dükkânda ışıldayan, paladan bozma bıçağı tehditkâr savurdu.
-Ne bakıyon lan mal mal suratıma, alsana?
-Olur abi, tamam abi.
Dedi ve yutkundu çırak, Âdemelması oynadı. Mecbur dönerin başına geçti. Dar omuzları çöktü. İlk kesik sonrası kalın bir dilim küreğe düşerken ustasını kolaçan etti. Adam oralı değildi. Kapı önünde sigarasını ciğerlerine çeke çeke içiyor, yayvan ağzından dumanlar çıkararak sağa sola laf yetiştiriyordu. Delikanlı alnında biriken terlerin önce çenesine, oradan da döner tablasına tek tek damladığının farkında olamayacak kadar işiyle meşguldü. Birleşik kaşlarını çattı. Etler yaprak yaprak küreğe birikmeye başlamıştı ki karşı sokakta hızlı adımlarla yürüyen polisi görüp bıçağını bıraktı. Dikkatini toplayıp küçükken polis olmak istediğini anımsamamaya çalıştı. Babası ona oğlum diye seslenebildiği kadar ufakken. Dayanamadı. Önce hazır ola geçti, ayaklarını yere kuvvetlice vurarak yerinde saydı sonra gösterişli bir selam çaktı. Ustanın tok, gür sesiyle irkildi. Toparlandı.
-Sinan, bir halt olmaz senden Sinan. Çekil Allah’ın cezası çekil. Mundar ettin cânım eti.
Cânım et, diye düşündü çırak. Takarlarken içine kattıkları geldi gözünün önüne. Kat kat sıralanan yağlar, sinirler, rengi kaçmış etler… İçi bulandı. Ustasının lekeli, sararmış önlüğüne, göğsünden siyahlı, beyazlı fışkıran uzun kıllarına, yosun tutmuş eksik dişlerine gözü kaydı. Annesi olsaydı bu adamı bile en etkili deterjanlarla yıkar, paklar, ovalar, çiteler tertemiz yapardı. Cilalardı. Olsaydı. Keşke. Aldığı çamaşır suyu kokusu burnunun direğini sızlattı.
Şamar yüzünde aşk ettiğinde, ustanın güdük parmaklarının kıpkırmızı izi Sinan’ın sağ yanağındaydı. Daldığı rüyadan uyandı.
-Bak buraya bak, Sinan. Amcanın hatırına aldım seni diye şımarma, vallaha koyarım kapının önüne. Bu ne bu lan bu? Böyle mi kesilir et? Hayvan çocuğu.
Enden geniş, boydan dar usta delikanlıyı sıska kolundan kavrayıp, sağa sola tartakladı.
-Yerleri süpür bari de bir işe yara. Çarşıya da uğranacak. Haydi.
O an çırağın gözünde, dönerle usta yer değiştiriverdi. Çubuğa yeni takılan et ustanın gövdesine geçti, adamın kocaman kafası harlı ateşte sırıta sırıta dönmeye başladı. Korktu. Dudakları titredi. Zonklayan yanağının acısıyla gözyaşlarını daha fazla tutamadı.
-Eşek kadar herif bir de utanmadan ağlıyon mu lan?
Cılız bacaklarına yüklenip var gücüyle yokuş aşağı koşup, kaçtı Sinan. Üzerine en az iki beden bol gelen tişörtü rüzgârdan şişti, paraşüt olup açıldı. Uçtu. Dar sokaklarda çarptığı insanların ardından öfkeyle bağırmalarını bile duymadı. Hem ağladı, hem koştu. Tıkanmıştı. Elleri dizinde, eğilmiş soluklanırken, kafasını yerden kaldırdı ve geç tanıştığı ışıl ışıl, lacivert, durgun denizi gördü. Sahile indiğini fark etti. Gözyaşlarını, terini tişörtünün eteklerine sildi. İyot kokusunu içine çekti. İyi geldi. Rüzgâr yüzüne vurdukça sakinledi. Artık hem huzurlu, hem özgürdü.
Gökyüzünde hayalet gibi dolanan iri martıların çığlıkları, yan yana dizilmiş tekneler, yıkık dökük barınaklar ona televizyonda izlediği film sahnelerini anımsattı. Sevdi bu değişik dünyayı. Adımlarını yavaşlattı. Önce kendi çevresinde dönüp sonra kayalıklara oturup bir süre etrafını seyretti hayran hayran. İşe ihtiyacı vardı. Yağsız, tersiz, kalabalıksız ferah ortamda çalışmanın çok daha iyi bir şey olduğunu düşündü. Teknelere doğru usul usul yürümeye başladı. Üst üste koydukları sandıkların üzerinde çay içen lastik çizmeli, yağmurluk giymiş adamları gördü. Çekinerek yanaştı.
-Abi şey, bana göre iş var mı burada?
Balıkçılar Sinan’ı şöyle bir süzdüler. İçlerinden en yaşlısı rüzgâr yemiş, kısık, çatallı sesiyle cevap verdi.
-Buyur otur, önce bir çayımızı iç bakalım delikanlı.
Uzun süredir ilk defa içinde bir şeyler kıpırdandı Sinan’ın. Heyecanla gösterilen alçak tabureye kamburunu çıkararak ilişti.
-Sağ ol abi. Abi şey bir şey sorsam, yüzme bilmek şart mı bu iş için.
Kır sakallarını morarmış elleriyle sıvazladı ihtiyar adam. Ela, yorgun gözlerini kısıp derin derin düşündü. Sonra birden babacan bir kahkaha savurdu denize karşı. Sinan’ı kemikli omzundan kavradı.
-Deniz dediğin adam seçer be evladım. Bir kere yüzme bilmeyenden de sonracığıma dermansız adamdan da hiç haz etmez. İçine katar daha da salmaz. Nerede meşakkatlisi var, onu ister. Razı mısın bunlara?
Sinan yaşlı balıkçıya boş gözlerle baktı. Denizle semanın tam birleştiği yere dalıp duyduklarını anlamaya çalışırken, kocaman bir savaş gemisinden, beyaz üniformalarla karaya el sallarken gördü kendini delikanlı. Karnında kanat çırptı martılar. “Olur abi, tamam abi.” dedi yine şevkle.
Hep beraber güldüler. Sina ikram edilen simidi çayına bandırıp iştahla iri bir ısırık aldı. “Bu sefer işimi buldum galiba” diye geçirdi aklından.
ARAYIŞ- Tuba KIR
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın