İnsan kaç yaşına gelirse gelsin bazı şeyler ruhuna yapışmış kara leke misali hiç geçmiyor ne yazık ki. Belleğimize takılı kalmış onlarca hatıralar… Anıların da bir silme tuşu olsaydı keşke diyorum çoğu zaman.
Bazen çocukluğuma gidiyorum, aynı acıları tekrar tekrar yaşıyorum. Olaylar, kişiler farklı olsa da duygular hep aynı kalıyor.
İnsan doğduğu yeri unutmak ister mi? Özlemez mi hiç?
Bizim semt nasıl anlatsam, kuytu bir köşede unutulmuş, terk edilmiş, dönen dünyaya dâhil edilmemiş gibi, aynı dertlerle bürünmüş onlarca ev.
Hiçbir şeyden habersiz öylece sürüp giden dört mevsim yalnızlıklar.
Korkular, telaşlar bitmek bilmeyen bir hengâme. Dünyayı kapı kapı dolaşmışlarda nerede yoksul insan varsa bu semte toplamışlar gibiydi.
Bütün duygulardan yoksun, özgürlüğün olmadığı, kahkahaların giremediği, düşünmenin yasak kılındığı.
Bu yüzden olacak ki; kendi varlığımızın hacminden bile şüphe ederdik. Çıplak ayaklarla hürriyete koşamaz, kaygısızca uçurtmanın ipini salamazdık umutlara. Kadınlar korkmadan güneşi yüzlerinde hissedemezler, babalar kendilerini bin yıllık mücevher gibi sandık diplerine saklarlardı özenle.
Bilmezdik hiç aldırışsız olmayı…“Diken üzerinde” tabiri sanki bizim için yazılıp çizilmişti.
Birimiz acısını belli etse yer yarılıp altında kalacak sanırdık. Saate bakarak geçip giden zamanlar yoktu hiçbir vakit. Gündüzü devirir, karanlık tenini ürpertince silerdik terimizi. Bir taraf devamlı soğuk ve karanlığa bakardı. Yarı aydınlık pencereler ardında titreyen anne babalar, ağlayan çocuklar olurdu devamlı.
Boğazımızda hep bir yumru ile büyütüldük biz. Korkardık ufacık bir neşe beraberinde yeni ızdıraplar getirir diye. Gülmeyi kötü haberin bekçisi ilan ederdik.
Bastıra bastıra varlığını bile unuttuğumuz duygular altında sıkışıp kalırdı ruhlarımız. Kurtulmak cesaret demekti. Cesaret güç,
Gücün yoksa cesaret ne mümkün, Kuyruğunu kıstırır susup çekilirdin köşene.
Bizim semtte hayaller, gazetenin bir karışlık kayranın da yer alan köşe yazıları gibiydi. Belli belirsiz.
Geri kalan sayfaların da yer alan statüler verilmedi kendi aramızda bizlere, aynı otobüsün içinde giden aynı yolun yolcusuyduk. Ağızlarımız da açlık, kalplerimiz de kaygılar vardı.
Ne zaman çocuk olup sevildik Ne zaman genç olup sevdik.
Neydi bu vesvese.
Garip bir sessizlik içinde uzaklardan gelen uğultu gibi; gözlerimiz hep ıraklarda.
Kulağımız hep tenhalarda. Dillerimizde acabalarla bir ömür tükettik.
Hayatın karanlık tarafının kanıtıydık biz. Elle gösterilip, gözle görülebilecek kadar hakiki.
Bütün hücrelerimizle hissedebilecek kadar sahici.
“Bazı şeyler unutulmaz işte, Doğduğun yer misal… Azıcık büyüdüğün azıcık hatırladığın yer bile…” (Dedemin İnsanları)
Bir cevap yazın