Tam adı Veysel Şatıroğlu, ancak biz onu hep Aşık Veysel olarak bildik. Muhtemelen bilinmeyen bir diğer özelliği de çiçek hastalığı nedeniyle daha yedi yaşında iken gözlerini kaybetmiş olduğu. Oysa ki, Aşık Veysel ‘in döneminde çiçek aşısı yaptırmak zorunluydu…
Çünkü,
Çiçek Nizamnamesi adında bir kanun vardı.
Bu esnada,
Çiçek Nizamnamesi dünyada “aşı yaptırmanın zorunluğu kılındığı” ilk kanun maddesidir!!!
Eğer ki o da diğer çocuklar gibi çiçek aşısı olsaydı, kuvvetle muhtemelen görme yetisini kaybetmemiş olacaktı.
Haa o zaman Veysel Şatıroğlu ‘ndan bir Aşık Veysel çıkar mıydı, işte orası bilinmez…
Aşık Veysel Şatıroğlu
O bizim aşığımız, Veyselimiz, Aşık Veyselimiz…
Çile ile dolu 79 yıllık vir hayata, 21 Mart 1973 tarihinde son kez gözlerini yummuş.
Aşık Veysel hayatı hep sıkıntı, zorluk ve mücadele ile geçmiş bir garip aşık…
Gayri 79 yıllık yaşamının, son 72 senesinde de zaten hiç ışığı görmemiş.
Çiçek hastalığı Aşık Veysel ’in iki kız kardeşini kopartmış bu dünyadan,
Onun da daha henüz yedi yaşında iken gözlerini…
Oysa….
Çiçek hastalığı aşı ile engellenebilen bir enfeksiyondur!!!
Şarkışla’nın Sivrialan köyünde de olsan, çiçek aşısı yaptırabilirdin be Koca Veysel!!!
Gerçi görmediğin bir dünya hakkında bizi bu denli yüreğimizden vurdun,
Bir de göreydin etraftaki kahpeliği, rezilliği kim bilir nice olurdu bam telimize dokunuşun…
Aşık Veysel ve Çiçek Hastalığı
Bir röportaja çiçek hastalığı ile sınandığı dönemi anlatmış;
Aşağıda olduğu gibi paylaşıyorum:
aşık veysel
Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi.
O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım…
Çiçek zorlu geldi.
Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de solun zorundan olacak, perde indi.
O gün bugündür dünya başıma zindan…
Oysa Aşık Veysel Çiçek Hastalığına Gözlerini Vermeyebilirdi
Aşı ile engellenebilen herhangi bir hastalık için bedel ödemek, aşikâr olarak pisi pisine bir kayıptır…
Esasen Küçük Veysel,
Doğduğu coğrafyada, o dönem için Avrupa ve Amerika’da yaşayan akranlarına göre gerçekten çok şanslıydı.
Şaşırdınız mı yoksa?
Gerçek şu ki,
18-19. yüzyıllarda bu coğrafyadaki koruyucu sağlık tedbirleri, dönemin birçok ülkesine kıyasla üst se seviyedeydi!!!
Daha 1718’ de…
İngiltere’nin İstanbul sefirinin eşi Lady Montagu, krallığa yazdığı mektupta Avrupa’nın kırıldığı çiçek hastalığı için Osmanlı’ da “çiçek aşısı diye bir şeyin” uygulandığını şaşkınlıkla bildirmişti.
Ve,
Henüz Aşık Veysel doğmandan 9 sene öncesinde,
Yani,
1885’de çiçek aşısı uygulaması için dünyadaki ilk kanun Osmanlı’ da çıkartılmıştı!!!
Ve dahi,
Aşık Veysel doğmadan 2 sene önce kurulan bakteriyolojihanede, çiçek aşısı üretiyor, üstüne üstlük ihraç ediyorduk!!!
aşık veysel çiçek aşısı
Nereden Nereye…
Bundan bir buçuk asır önce bu coğrafyada yaşayan büyük büyük dedelerimizin becerdiği işlere bugün insanın inanası gelmiyor değil mi?
Bir de şimdi tarih bilgisi ve bilinci,
Sosyal medya trollerinin paylaşımından ibaret olan, günümüz “çakma Osmanlı hayranları” ya da “tribün milliyetçilerinin” acınacak durumlarına bakın…
İlime karşı,
Bilime karşı,
Araştırmaya karşı,
Araştırana ve sorgulayana zaten karşı…
Üretmeyen,
Üretemediği için ihraç edemeyen,
Hatta şaka değil, samanı bile Suriye’den ithal eden,
Göbeğinden dışa bağımlı,
Ancak tüm bu hatalara rağmen tüm suçu hala “dış mihraklarda” arayan zavallı “iç minnaklar”…
Sorsan sözde göğsünü gere gere Osmanlı torunuyum der,
Ancak özde,
Üstüne bir şeyler katabilmeyi geçtim,
Bilakis Osmanlı ve Genç Cumhuriyet’in tüm birikimlerinin bir mirasyedi gibi çarçur edilmesinden hiç rahatsızlık duymayan bir duyarsızlar ordusu…
Hey gidi hey…
Ziya Paşa ne de güzel tarif etmiş aslında ahvalimizi:
Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr;
Katır mühürdar oldu, eşek defterdar!!!
Sözün Özü
Son zamanlarda ülkece zor günlerden geçiyoruz…
Bu dalgalanmalar belki bizim toplumsal karmamız,
Belki de son beş bin yıldır kendini tekrarlayan kaderimiz…
Binlerce yıllık tarihimizi kâğıt üstüne döksek, tıpkı bir EKG şeridinde olduğu gibi inişli çıkışlı bir görüntü ortaya çıkacak.
Dibe vurduğumuz dönemler birbirini takip ediyor,
Ve,
Öyle bir an geliyor ki,
Hiç beklenmedik bir sıçrayış yaşıyoruz…
Tarih boyunca her daim benzer şekilde dairesel bir döngümüz olmuş.
Bizim devletimiz bir bakarsın Oğuz olur;
Aleme haykırır…
Bir bakarsın Göktürk olur;
Taşları dile getirir…
Bir bakarsın çift başlı kartal olur;
Al-i Selçuk’ a can verir…
Bir bakarsın Osmanlı olur;
Yedi düvel Cihan İmparatorluğu olarak bilir…
Bitti, tükendi, artık muktedirler arasında paylaşım zamanı geldi dendiği anda,
Bir bakarsın Türkiye Cumhuriyeti olarak küllerinden yeniden doğar!!!
Son zamanlarda çiğ, gereksiz ve hatta saçma sapan tartışmaların döndüğüne hep birlikte şahit oluyoruz.
Oysa,
Oğuz köküm,
Göktürk atam,
Osmanlı dedem,
Türkiye Cumhuriyeti devlet babamdır…
Ceddimi sevabıyla – günahıyla seviyor, gurur duyuyor ve minnetle anıyorum.
Ve,
Birini sevmem, asla diğerinden nefret etmemi gerektirmiyor.
NOKTA
Bir cevap yazın