On yedi yaşına basmasıyla birlikte asiliği boyunu aşmış, iyice göze batar olmuştu. Her gün sorun çıkarıyor annesini ve babasını kırmayı sıradan bir durum gibi görüyordu. Ne okul ne de ailesi onu dizginleyemiyor, sahibini üzerinden atan deli bir kısrak misali dörtnala gidiyordu. Zavallı annesi onu kaybetmemek için yaptıklarına göz yumuyor, işten fırsat bulamayan babası yeterince…
Günler böyle onun tavırlarında eriyip giderken o hiç kimseyi önemsemiyor, hayatının merkezine kendisini koyuyordu. Okul ona arkadaşlarıyla takıldığı bir çay bahçesi, ev ise yalnızca dinlenmeye geldiği otel gibi geliyordu. Belki kendi içindeki yalnızlığından belki de birilerine sesini duyurmaya çalıştığından olsa gerek her şeye hemen sinirleniyor, her kavga sonrası evi terk ediyordu.
Aylar günleri takvim yapraklarında eritirken mevsimler birbirini kovalıyor, o içinde bulunduğu merdivensiz kuyuda sadece çırpınıyordu.
Yarıya kadar inmiş kravatı, dizlerine düşmüş pantolonu ve bir türlü sırtında durmayan, giyince memur gibi oluyorum diye düşünüp beğenmediği ceketini eline alıp kapıya yöneldi. Kahvaltı etmesini istediği annesine bağırıyor, kimsenin onu anlamadığından dem vuruyordu yine. Oğlunun durumuna üzülen kadın yaşlı gözlerle onu okula uğurluyor, ettiği duaları muska yapıp yavrusunun ceketinin cebine iliştiriyordu.
Kendi gibi asi, hayatta hiçbir hedefi olmayan arkadaşlarını görmüştü okula girer girmez. Her türlü yanlış şeyi bünyesinde barındıran bir yığın genç etrafında pervane oluyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Annesi Asalet Hanım her veli toplantısında okuldaki gençlerin durumuna üzüldüğünü öğretmenlere ifade etse de en az kendisi kadar çaresiz okul yönetimi kadının tedirgin tavırlarını memnun edecek olumlu şeylerden bahsedemiyordu. Bu gençlerin her yerde olduğu su götürmez bir gerçekti ne yazık ki. Yine böyle bir veli toplantısı için kadıncağız okula gelmiş ve tiksinerek belki biraz da durumlarını düşünüp hayıflanarak gençlerin arasından geçip Müdürün odasına ulaşmıştı.
Yapılacak bir şeyin olmadığını, kendilerinin de belli bir noktaya kadar müdahale edebildiklerini ifade eden Müdür, yine aynı cevabı vererek evine uğurlamıştı çaresiz anneyi. Annesinin okula geldiğini gören delikanlı sinirlenmiş bir şekilde kadının üzerine yürüyordu. Olacakları tahmin eden matematik öğretmeni hızla kadına doğru yürüdü ve kulağa bile hoş gelmeyen bir şekilde onu kendi oğlundan korumaya çalışıyordu. Öğretmenin kapıya kadar geçirmesiyle birlikte yine istediğini alamamış, taze bir çaresizlikle evinin olunu tutmuştu Asalet Hanım.
İçinde tuttuğu öfkesini duvarları yumruklayarak attığını düşünen ama aslında attığı darbenin kendi suratında olması gerektiğini akıl bile edemeyen Oğuz, ders zilinin çalmasıyla diğer öğrencilerle birlikte içeri geçti. Diğer teneffüs yanına gelen arkadaşı fısıltılarla karışık onu birinin okul çıkışı kapıda beklediğini söylüyordu Oğuz’a. Bir günü daha misafir gibi okulda geçirdikten sonra tayfasıyla birlikte hep buluştukları yere gitti delikanlı. Yine orada da kendileri gibi her pisliğe bulaşmış, gençlere pazarladığı bonzai ile şöhret kazanmış, bunu adeta ekmek kapısı gibi görüp tüccarı olduğu ölümü gençlere pazarlayan Kopuk Necmi ile karşılaşmışlardı. Onun da aralarına katılmasıyla birlikte saatlerce içip eğlendikten sonra her biri bir yerde sızmış şekilde bir günü daha şeytana teslim olarak geçiren bu kurtarılası insan grubu saatlerin geceyi göstermesiyle birlikte evlerine dağılmışlardı.
Otuzlu yaşlara ulaşmış, karısının çocuklarını alıp evi terk etmesiyle uslanmayıp belki de intikamı başkalarının çocuklarını zehirleyerek aldığını düşünen Kopuk Necmi, gençleri rahat bırakmıyor, okul sonrası onları sürekli kapıda bekliyordu. Bağımlısı yaptıklarını bonzai ile yanında tutuyordu, diğerlerini tehditle.
Hayattan hiçbir zevk alamadığını her seferinde annesini suçlarcasına haykıran delikanlı artık canına tak ettirmişti kadıncağızın. Yine de evlat o ya; kıyılır mı? Kıyamadı da. Her defasında sineye çekti, hep içine attı. Candı bu. Dayanmazdı elbet. En sonunda tükeniverdi kadıncağız. Zaman değildi geçen yalnızca, ömürdü. Bunu bilemedi Asalet Hanım, anlayamadı. Belki de hayatın içinde oğlunun dertleriyle hemhal olup kendini unutmak istedi.
Nihayetinde tüm bunları göğüslerken dayanamadı yüreği ve amansız bir hastalık aman diyemeden yakalayıverdi onu ensesinden genç yaşında. Kanser olmuştu Asalet Hanım, gırtlak kanseri.
Bir kıskaca yakalandığını bilse de mücadelesini sürdürüyordu. Her gün dua ediyor, yavaş yavaş öldüğünü görmüyordu bile. Ne tedavi olmayı kabul ediyordu ne de durumunu ailesiyle paylaşmayı.
Ölümden kaçılır mı düşüncesi beynini kemirirken o hep oğlu için mücadele etti. Boğazından gelen kanlar yine de oğlunun toplantılarına gitmekten, bir kırışık gömleğini ütülemekten edemedi onu.
Günler birbirini karanlıklarda kovalarken ölüme iyice yaklaşmıştı Asalet Hanım. Herkes ölecek yaştadır, dememiş miydi Cemal Süreya, demişti elbet. Dediği de oldu. Ağrılarına kalbinin anne yanı dayansa da vücudu daha fazla dayanamadı. Dört ayın sonunda yataklara düştü genç kadın. Hiçbir gün huzurla giremediği yatağına ölüm döşeğinde de iç huzurla giremedi. Eşine ayırdığı sol yanını bu kez de ecele ayırmıştı. Azrail gelip uzanmıştı bu kez sol yanına. Dayak yediği gecelerde kocası affetmedi, şimdi de eceli. Bari Allah afetsindi.
Ölümü bile kendine doğru oldu kadının. Kendiyle oldu. Asiliği kendine etiket edinmiş oğlunu bile göremeden çekip gitti dünyadan. Sanki giderken bile kimseye yük olmamak ister gibiydi. Uyuyan oğlunu uyandırmamak ister gibi. Uyandı ama. Oğuz annesinin ölümüyle yaşarken öldüğünü hissedip ölüme uyandı. Küçükken öperek uyandıran annesi şimdi en hoyrat gürültülerle uyandırdı onu. Büyük bir boşluğa düşmesiyle annesinin hayatındaki yerini anladı ve günlerce sadece ağladı. Pamuk ellerini öpmeden gittiği sabahlardan kapıları çarpıp uyuduğu gecelere kadar ağladı. Asalet Hanım ölmüştü.
Oğlunun asiliği onun hayat mücadelesinde gücünü çekip almıştı adeta.
Delikanlı tüm bunların pişmanlığıyla günlerini bitirirken belki de hüznünün boşluğunda yitirirken ömrünü;tek tesellisi annesinin fotoğrafıydı çeyiziyle birlikte sandıklara kaldırdığı. Babasının yanında mahcup edayla çekindiği bu fotoğraf annesinin tek hatırasıydı. Ölümün ömrünü eskittiği Oğuz, tüm hüznüyle eğildi ve usulca eline aldı fotoğrafı. Babasını yırtıp kalan yarısını, canının yarısını-annesini- koydu cebine ve akşam güneşiyle birlikte sonsuzluğa battı.
Bir cevap yazın