Yine erkenden geldim. Huyumdur. Etrafıma bakımdım umutsuz gözlerle. Benden başka gelen yoktu her zamanki gibi. Garsona ayırttığımız masayı sordum, gösterdi. Ağır adımlarla masaya yanaştım. Bir sandalye çekip oturdum. Üniversiteden arkadaşlarla buluşacaktık. Bilmem kaç sene oldu görüşmeyeli. Yıllar geçip gitmiş ben farkına varmadan. Montumu çıkardım. İçerisi oldukça sıcaktı. Boş sandalyelerden birinin üzerine koydum, çantamı da kenarına asıverdim. İyiden iyiye yerleşip çevremi incelemeye koyuldum.
Günün bu saatinde restoran yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Cuma akşamının ruhu saran neşesi, ertesi günün keyfini de üstlenmişti. Gelen insanların yüzünden yayılan huzur bunu gösteriyordu. Kıyafetlerine bakılırsa çoğu benim gibi çalışan insanlardı.
Küçük sahnede yerini alan gitarist Latin ezgileriyle içimizi ısıtmaya başlamıştı. Ambiyans güzeldi.
Kendimi bu akışa kaptırmışken yan masadan gelen gürültüyle irkildim. Bu zamanda artık çok moda olan şu can sıkıcı evlilik tekliflerinden biri yaşanıyordu. Gitarist müziği kesmiş, müstakbel damadın seçmiş olduğu anlaşılan şarkı çalmaya başlamıştı:
Aşk ben çok farklıyım,
Aşk ben öncekinden çok farklıyım,
Aşk sevilmiş olabilir miyim?
Aşk gerçekten sevilmiş olabilir miyim?
Aşk eğer beni bir gün bulursan merak ediyorum,
Beni deneyecek misin?
Genç çocuk dizlerinin üzerine çökmüş, kutusunda pırıldayan tek taş yüzüğü kız arkadaşına doğru uzatıyordu. Kız, dikkatleri üzerine toplamaktan mutlu, ‘‘ Evet, evet ’’, diye bağırıyordu. Hâlbuki oğlan henüz ‘‘Benimle evlenir misin? ’’ diye sormamıştı. Kız, ‘‘Evet’’, diye bağırdıktan sonra hevesi kaçmış bir edayla mırıldandı ancak. Bizler de alkışlayarak, yer yer ıslık çalarak bu komediye ortak olduk. Ah, siz gençler şov yapmayı ne kadar da sever oldunuz. Canlarım, pıtıcıklarım nasıl da mutlu görünüyorsunuz. Çünkü başınıza neler geleceğini henüz bilmiyorsunuz. İşte, sizi hayatınız boyunca mutlu olacağınız sayılı anlardan birinde donduruyorum ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar kısmının ikinci perdesine geçiyorum. Buyurun:
Söz, nişan, kına gecesi, düğün fasıllarını atlattıktan ve kimseyi memnun edememenin gerginliğini yaşadıktan sonra, modaya uygun döşediğiniz evinizde rahatça oturacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Düğününüzde takılan takılarınızın çoğu borçlara gitmiştir ve kapatılmayı bekleyen diğer bir grup borçta tüm heybetiyle önünüzde durmaktadır. Günleriniz, geceleriniz ve birkaç yılınız karı koca köpek gibi çalışıp fazla mesai yapıp borçları ödemekle geçer. Gençsinizdir daha. Üstesinden geleceğinizi düşünürsünüz ve gelirsiniz de. Ardından borçsuz geçen bir iki sene, size geçici bir mutluluk ve körlük sağlar. Anne, baba, kayınvalide, kayınpeder ve bir grup akraba tarafından ablukaya alınırsınız. Zamanı gelmiştir. Oy çokluğuyla karar verilmiştir. Eve acilen bir bebek gelecektir. Yaş denilen şey geciktirmeye gelmez. Ya anne olmazsam, korkusuyla gece kâbuslar görürsünüz. Neyse ki her şey yolunda gider ve agucuk bugucuk bebeğiniz bir tomar hastane masrafıyla elinize geliverir.
Neşe, sevinç ve mutlulukla geçen bekleyiş sonucunda eve gelen minik neşe, hayatınızı uykusuz gecelere, bitmek tükenmek bilmeyen kolik nöbetlerine, hastalıklara, doktorlara, aşılara, mamalara, çocuk bezlerine…. evirir. Kimse size bunlardan bahsetmemiştir. Gecenin bir yarısında ayağınıza batan oyuncağa lanet okurken suçluluk duygusuyla ezilirsiniz. Depresyondasınızdır ve kendinizi mutluyum, anneyim ben anneyim haykırışlarıyla ikna etmeye çalışırsınız. Gülücükler saçarak mor gözlerle işe gidersiniz. Sırtınızı sıvazlayan eller, torun hasretiyle yanıp tutuşan nineler, dedeler çoktan ortadan kaybolmuşlardır. Kocanızsa yeni aldığınız evin kredisi, arabanın taksidiyle boğuşup durmaktadır. Zaman hayatı garantiye almayı gerektirir değil mi?
Ardı ardına yaşanan bakıcı facialarından sonra çocuğunuzu en iyi kreşe verirsiniz. En iyi kreş demek, iyi para demektir. Bunun için fazladan çalışmak, çalışmak….
Kreş, ev, iş arasında koştururken aile büyüklerini de ihmal etmezsiniz. Sofralar hazırlar, misafir ağırlarsınız. İyi gelin, iyi eş, iyi evlat, iyi anne, iyi çalışan….Gün ve gün köleleşirsiniz. Her yanınızdan zincirlenmişsinizdir. Nefes alamazsınız.
Zaman, siz bu döngünün içinde dönüp dururken geçmiş ve çocuğunuz okula başlamıştır. Onu en iyi okullarda okutmaktan başka ne yapabilirsiniz? Bir anne olarak adına eğitim denilen sistemin veli olma kısmıyla karşılaşıverirsiniz.
Hafta sonu bir nefesçik yaratabildiğiniz sosyal hayatınız, kurslar, spor aktiviteleri, doğum günleri, okul etkinlikleriyle dolup taşar. Ardından bitmek tükenmek bilmeyen sınav silsilesiyle tüm dikkatiniz çocuğunuzdadır. Kocanız nerededir, ne yapmaktadır, tüm bu süreçlerde neden ortada yoktur bilmezsiniz. Bilmekte istemezsiniz. Önünüzde uzun bir sınav maratonu vardır ve çocuğunuzun geleceği her şeyden daha önemlidir.
Eh, bu kadar çaba elbet sonuç verir, çocuğunuzu bir üniversiteye yerleştirirsiniz. Bu da mutlu olduğunuz anlardan biridir. Onu da dondurursunuz mutluluk karelerinizin arasına.
Artık orta yaşlı bir kadınsınızdır. Çocuğunuz evden gitmiş, kocanız yüzleşmekten kaçtığınız gerçekle karşınıza dikilmiştir. Yıllarca ertelediğiniz hayatınızdan size kalan bir ev ve bir arabadır sadece. Aile bireyleri tek tek hayatlarını kurarken, yüzünüzdeki çizgileriniz ve yorgun bedeninizle birilerinin ablası, karşı cinsin bacısı olmuşsunuzdur. Bu dingin günlerinizde başınızı yaslayacak bir omuz yoktur ne yazık ki! Zira etrafınızdaki erkeklerin dul ve bekâr olanları yarı yaşlarındaki kadınların peşindedir. Kimse kırışıkları arasına fondöten girmiş kadınları istemez.
Geçen yirmi yıl, sonunda size koyu, kopkoyu bir yalnızlık olarak dönmüştür.
Bu anlattıklarımı dinlemeyeceksiniz biliyorum. Sizin aşkınız hiç bitmeyecek, sonsuza kadar mutlu yaşayacaksınız.
Aşk nerede bekliyorsun?
Karanlık ve dumanlı odalarda,
Bana şarkı söylediğini duyuyorum,
Aşk sesimim seni götürmesine izin ver,
Ve yaptığım şarkı öncekinden daha güzel olacak.
O halde, gökten üç elma düşsün. Biri bana, biri size diğeri de okura olsun.
Bir cevap yazın